Paylaş
‘HÜRRİYET’te yazmaya başlayalı beri on yıl bitiyor... Bu sütunu sürekli izleyenler hatırlayacaktır, hem aktüalite zorladığından, hem de Türkiye'yle Cezayir arasında paralellik kurulmak istendiğinden, geçen dönem içinde düzenli aralıklarla işlediğim konulardan birisini Mağribi ülkedeki iç savaş oluşturdu.
Tabii ki, ‘İslam’ (!) adına on binlerce hayasız cinayete imza atan katil güruhunu en baştan itibaren ve tavizsiz lanetledim. Tersi düşünülebilir mi?
Fakat, yine en baştan itibaren ısrarla ve tekrarla vurguladım ki, onların ‘anti tezi’ olarak gösterilen ve bizdeki ‘laikçilerin’ baş tacı ettiği Cezayir devlet oligarşisi sosyal faşist bir diktatoryadan başka bir şey değildir.
Perde arkasından her şeyi yöneten generaller kliği arbedenin ana sorumlusu olduğu gibi, aynı zamanda iktidarını koruyabilmek için, ‘terörle mücadele’ (!) yaftası altında ‘İslami canilerin’ tıpkısı tedhiş yöntemlerini kullanmaktadır.
Daha ötesi, sayısız provokasyon düzenlemektedir ve bizzat kendisinin gerçekleştirmiş olduğu pek çok katliamı ‘dinci’lere mal etmektedir.
Sözün özü, daima ve daima, demokratların Cezayir sorununda kırk satırla, kırk katır arasında bir tercih yapamayacağını; yapmaması gerektiğini; aksi takdirde bütün etik ve ahlaki kuralların ırzına geçilmiş olacağını kaydettim.
Halep oradaysa arşiv buradadır, inanmayan gazete koleksiyonlarını tarasın.
* * *
ANCAK, cereyana göğüs geren ve tongaya basmayan bu tutumum, ‘İslamcılara’ karşı sosyal faşist oligarşiyi desteklemekte zerre kadar sakınca görmeyen ve cunta sırtı sıvazlayan bizim dar ufuklu ‘laikçiler’imizin rotasıyla çelişti.
Dolayısıyla, geçen on yıl içinde onlar tarafından salvo atışına tutuldum.
En ‘kibarları’ ‘naif’ veya ‘enayi’ olduğumu yazdı. Ağızlarını her açışta söze ‘liboş’ küfrüyle başlayan diğer ‘malum zevat’ ise işi ‘şeriatçılara yaltaklanmak için Mağribi katilleri desteklediğim’ iftirasını atmaya vardırdı.
28 Şubat ‘andıçlaması’ borazandan çıkan sesi biraz daha tizleştirdiğinden de, bu zevatın ‘Cezayir oluruz ha’ öcüsü tahakkümünü giderek arttırdı.
Oysa gerçekler inatçıdır ve Türkiye Cezayir olmadığı ve olamayacağı gibi; Cezayir'de ‘olanlar’ da bize yutturulmak istenen yalanlardan çok farklıdır.
* * *
EVET farklıdır. Birincisi, Voltaire lisanını bilen, sosyal faşist oligarşinin ‘kontrgerilla’sında uzun süre subay olarak çalıştıktan sonra korkunç uygulamalara dayanamayıp Cezayir'den kaçan Habip Süveyda'nın Fransa'da yeni çıkan ‘Kirli Savaş’ kitabını okusun. Okusun da, bu satırlar yazarının on yıldan beri tekrarladığı şeylerin gerçek olup olmadığına karar versin.
Tarih, mıntıka ve isimleriyle, pek çok yerde ‘güvenlik kuvvetleri’nin insanları nasıl boğazladığını, kadınları nasıl iğfal ettiğini, köyleri nasıl yaktığını, sonra da cuntanın bunları kasten ‘İslamcılar’ın üzerine atarak kendi tedhişçiliğiyle nasıl bir ‘dinci terör’ psikozu yarattığını öğrensin.
İkincisi, daha düne kadar ‘laikliğin bekçisi’ diye adlandırılan ve ülke güneyinde yaşayan Kabili etnisiteden halkın bile artık canına tak dediğinden, işte şimdi onlar da ayaklanma başlattı. Tüm baskılara rağmen ayaklanma sahil kentlerine de yayılmakta ve oligarşiye yönelik genel isyana dönüşmektedir.
Ve nihayet üçüncüsü de, bağımsızlık savaşı sırasında sömürgeci ordunun uyguladığı işkenceden dolayı bugün Fransa'da büyük bir tartışma vardır. Paris Cezayir'den özür dilemektedir. Oysa, ‘Üçüncü Dünya’ palavrasıyla mangalda kül bırakmayan ve yüksektan uçan aynı Cezayir'den ses seda gelmemektedir. Çünkü, kendi işkenceleri de tartışılır korkusuyla cuntada yürek Selanik atmaktadır.
Evet, evet, Cezayir gerçeği ‘laikçiler’imizin yuttuğundan ve yutturmaya çalıştığından çok farklıdır ve on yıldan beri de, demokrasiye inananların kırk satırla, kırk katır arasında tercih yapmak sorunu yoktur. Olmayacaktır da!
Paylaş