Paylaş
Kendisi de ikinci “a”yı yutarak “Ramzan” diye telaffuz ederdi.
Etnik tipolojiye uygun sayılırdı. Yani bildik bütün Çingeneler gibi gayet esmerdi.
Keyiflendiğinde ise -ki hemen hep keyifliydi- ya “Haydarpaşa Garı’nda, Anasının Yanında” ya da “Yaş Mı Da, Kuru Mu” şarkılarının güftesini terennüm ve teganni ederdi.
Ancak almış olduğum “iyi aile terbiyesi”nden (!) dolayı burada tekrarlayamayacağım.
Her halükarda Ramo’ya, derinliğiyle çok övündüğüm argo kültürümü de borçluyum.
* * *
RAMAZAN, Babamla Koço Amca Tophane’deki matbaayı ilk açtıklarında ve henüz ondört-onbeş yaşlarındayken yanlarına girmiş. Tasfiye edilene kadar da demirbaş kaldı.
Yaşıyorsa Allah daha nice uzun ömürler ihsan eylesin ve öldüyse Rabb’ın mağfireti üzerinde olsun, demek şimdi yirmiüç sene var ki en son pederimin cenazesinde gördüm.
En erken o gelmişti. Tabutu gusülhaneden camiye getirdiğimde ve daha cemaatten hiç kimse yokken, musalla taşının önünde bir başına bekliyordu. Ağlıyordu da.
Kucaklaştık.
“Hakkını unutursam namerdim” dedi. O vakitten beri de hiç görmedim.
Ve eline üç beş kuruş sıkıştırmaktan utandım, Ramo’nun onurunu kırmak ne haddime!
* * *
RAMAZAN ilkin ayakçıymış. Ama hem hamallıkla, hem bekçilikle iştigal ederdi.
Kağıt balyaları sırtladı mıydı köhne hanın dar merdivenlerinden bir çırpıda çıkartırdı.
Zaten öyle cüsseliydi ki, yaz çıraklıklarımdan hatırlıyorum, ben, Manol Abi, Yusuf ve Ramo öğlen paydosunda Manuk’un aşçı dükkanına gittiğimizde, biz bir pilav üstü kuruyla yetinirsek ona iki, hatta üç porsiyon bana mısın demezdi. Çeyrek somunları da süpürürdü.
Hamallığından da önceye uzanan bekçiliği ise doğal bir şekilde başlamıştı.
Çünkü matbaayı sırf kendi inisiyatifiyle yağmadan ve yağmacıdan kurtarmıştı.
* * *
EVET, hani “milliyetçi galeyan”ın (!) genel olarak gayr-ı Müslimlere, özel olarak da Rumlara karşı kışkırtıldığı ve sanki ahval-i adiyedenmiş gibi hâlâ “6-7
Eylül 1955 olayları” diye geçiştirilen o korkunç pogrom vardır ya, Ramo işte o zaman Ramo’luğunu ispatlamış.
Hemen arkada, Çingenelerle meskûn Karabaş mahallesinde oturan Ramazan tabelada babamın soyadı yanında bir de Anastasyadis yazdığını akıl edip bu sonuncu ismi gece vakti bayrakla maskelemiş ve it kopuğu “İslam yeri” diye kışkışlamış ki eğer yapmamış olsa, biri Türk, diğeri “kefere” iki can yoldaşın, iki ayrılmaz ortağın varı yoğu gitti gider, dahi gider.
Şaka değil, Ramazan’ın cesaret ve cevvaliyeti olmasaydı her halde bizimkiler ertesi sabah ofset makinanın merdanelerini Abanoz sokağından, basma pedalın somunlarını ise Fındıklı rıhtımından falan toplarlardı. İşte aynı gün Ramo’ya bütün anahtarlar teslim edilmiş.
Kilidi sabah o açar, akşam o kapatırdı. Rakıyı fazla kaçırdığı ve “yaş mı da, kuru mu”nun devamını getirdiği geceler karısı evden kovarsa da, döşeği çinko atelyesine sererdi.
Zaten önce klarneti şıkıdımlı ve damatlığı cakalı düğünle başgöz olması; sonra askere gittiğinde de gelinin iaşesinin sağlanması babam ve Koço Amcam tarafından üstlenilmişti.
Ramazan’ın nikâh şekerini de, izin üniformasını da ancak hayal meyal hatırlıyorum.
* * *
HER halde anladınız, yukarıdaki yazıyı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın önceki gün İstanbul’da gerçekleştirdiği “Roman buluşması”ndan dolayı kaleme aldım.
Ancak dikkat, şeyleri riyakâr biçimde tanımlayan o “siyaseten doğru” lûgatten nefret ettiğim için bu “Roman” sözcüğünü asla zikretmedim. Ramo’yu hep Çingene diye andım.
Üstelik de kasten, Aleksandr Petroviç’in aynı adı taşıyan eski ve enfes filmine atfen “Mutlu Çingeneler De Gördüm” başlığını kullandım ki, hepsinin nedenine yarın geleceğim.
Paylaş