Sevmem efendim, keyfimin káhyası ve kulağımın diyapazonu musunuz, sevmem işte!
Ben, Ankara’daki Alaman elçisi Franz von Papen’in Reich altınlarıyla beslenen ve soyadından çağrışımla "Nazi" lákabıyla anılan gazete patronu değilim ki!
Onun gibi, bir yandan "Atatürk’ü anlayan tek şef: Hitler" manşetleri atıp, diğer yandan da "Dostum Mozart" diye kitap yazmaya kalkışmam.
Her iki Avusturyalı’yı da sevmem ve de nokta!
*
YOK yok, şaka söyledim. Daha doğrusu, pek bir abartıya kaçtım.
Hele hele, sırf milliyetlerindeki ortaklıktan dolayı 18. yüzyılın müzik dáhisiyle 20. yüzyılın insanlık canisi arasında ilinti kurmak ne haddime!
Üstelik, sırf soruyu sorup cevabı verebilmek amacıyla, yukarıdaki başlığın "Mozart" kelimesini bile ben uydurdum.
Çünkü o başlık aslında "Brahms’ı sever misiniz?"dir!
Senaryosunun uyarlandığı romanı Fransevi Françoise Sagan hanımın yazmış olmasına rağmen atmışlı yılların bir Amerikan filmiydi. Pek bir sükse yapmıştı.
Galiba başrollerde de Ingrid Bergman, Yves Montand, Yul Brynner oynamışlardı.
Her halükárda, benim bildiğim, işittiğim, duyduğum kadarıyla böyle áleni bir "Mozart’ı sever misiniz?" sorusu olmadı.
*
OLMADI veya olamadı, çünkü, sanki "a priori" bir hipotezmiş gibi herkesin ve herkesin Salzburg doğumlu kompozitörü sevdiği varsayılır.
Velev ki klasik Batı musikisini değil de, ağır aksak semaiyi, bahriye çiftetellisini, veya ne bileyim ben, hard rock uğultuyu tercih eden bir kulak disiplinine sahip olun?
Wolfgang Amadeus kısacık ömrüne rağmen ve haniyse daha bebek yaştan itibaren, sonatından operasına ve oda müziğinden cenaze marşına sayısız ve sayısız tını bestelemiş olduğu için, daha ilk baştan, elbet bunlardan birisini beğeneceğiniz hükmüne varılır.
Dolayısıyla, partisyonlarında daha bir "çetrefillik" arzeden Brahms için "sever misiniz" sorusunu sormak doğal karşılanır ama, "Figaro’nun Düğünü"nüde bestelemiş Avusturyalı için aynı soruyu sormak haniyse "günah" sayılır.
*
NİTEKİM, "Figaro’nun Düğünü" dedim de hatırladım.
Operayla hiç ama hiç arası olmayan benim dahi, sağ tarafımdan kalktığım bazı güneşli ve iyimser bahar sabahlarında, aynada tıraş sabunuyla kaplı suratıma bakarken aniden aşka geldiğim olur.
Kendimi Milano’nun "La Scala" sahnesinde icra-ı sanat eyleyen bir Caruzo, bir Pavarotti,bir Raimondi yerine koyar ve "Figaro si, Figaro si, Figaro siiiiiii" diye af buyurun anırmaya başlarım.
Aynanın o an şakkadak parçalanmamasına ve aşağıdaki komşunun elinde keserle yukarı fırlamamasına da hayretler ederim ki, bu başka mesele!
Demek ki, her ne kadar "Nazi" lákaplı müteveffa gazete patronu gibi işi "dostum" demek raddesine vardırmasam da, Mozart musikisi bana karşı bile "düşman" değilmiş.
Zaten neden olsun ki, ne sihirli flütüne pamuk tıkamışlığım; ne de hasmı Sallieri için rivayet edildiği gibi, şarabına zehir atmışlığım var!
*
PEKİİ, dönüp dolaşıp yine en baştaki soruya gelirsem, bu sene 250. doğum yıldönümü kutlandığı için yeri göğü inleten o Wolfgang Amadeus Mozart’ı sever miyim?
Aydın havası değil ama opus bilmem kaç "Küçük Oda Müziği" olsun, bu pazar kısa kesip sorunun cevabını gelecek haftaya bırakıyorum.
Aradan geçecek yedi günde siz de kendi açınızdan düşünmeyi sürdürüverin: