Paylaş
Radyolar ve melekler
Pierre Boulez New York Filarmoni'de İgor Stravinsky'den ‘Ateş Kuşu’nu mu yönetiyor, hadi canlı olarak Carneggie Hall'deki konsere bağlanalım... Miles Davis'in ‘Kind of Blues’eyi ilk kez icra edişinin kırkıncı yıldönümü mü kutlanıyor, gelsin stüdyoda kaydedilmiş mavi versiyonların tümü birden...
İLETİŞİM devrimin nimetleri öylesine sonsuz ki insan hangi birine şükredeceğine şaşırıyor. Mesela radyo bab'ında...
Malum, dünyanın pek çok yerindeki istasyona internet üzerinden bağlanmak mümkün. Ancak bunun bir dezavantajı var, aynı anda hem bilgisayarda çalışmak, hem de Bolivya'daki salsalara kulak kesilmek imkansız. Ya biri, ya diğeri...
Ama eğer çanak anten sahibiyseniz, televizyon kanallarının yanısıra, Hertz dalgalarını uydu aracılığıyla dağıtan bilimum vericilere de ulaşabiliyorsunuz.
İşte ben de böyle yapıyorum. Mahmur sabahların rock istasyonları hariç, gel keyfim gel, bütün gün boyunca ‘France Musique’ radyosunu dinliyorum.
Adı üstünde, bu Fransız verici yalnız klasik, caz ve etnik müziğe sınırlı.
Pierre Boulez New York Filarmoni'de İgor Stravinsky'den ‘Ateş Kuşu’nu mu yönetiyor, hadi canlı olarak Carneggie Hall'deki konsere bağlanalım...
Miles Davis'in ‘Kind of Blues’eyi ilk kez icra edişinin kırkıncı yıldönümü mü kutlanıyor, gelsin stüdyoda kaydedilmiş mavi versiyonların tümü birden...
Şark kapısı programında Dede Efendi mi beliriyor, Üsdat Münir Nurettin Selçuk hicazdan bir ‘Ey Büt-i Nev Eda’yı terennüm buyursun...
‘France Musique’ sayesinde hayatım evrensel notaların temposunda akıyor.
* * *
ANCAK, söz konusu istasyonda sırf musiki değil ‘laf’ da var.
Hem de ne laf! En a*lásı, en bilgici, hatta en züppesi...
Parislilerin ‘entellokrat’ dediği süper elit kesim, biraz rakip istasyon ‘France Culture’yle yarışarak, içini bura antenlerinden dışarıya döküyor.
Ancak, solfej mürekkebi çok eski ustaların radyosu bu, bizdeki ‘nasyonal cumhuriyetçi’ ve sonradan görme mızıka şeflerinin ‘devrim vidası sıkacağım’ diye ahkam kesmesi ‘France Musique’de sıkmaz, bura mikrofonundan konuşan ve hepsi ‘meloman’ olan uzmanlar kendi branşlarına dair fikir beyan ediyorlar.
Ama açıkçası, müzik tartışmalarının pek çoğu benim gibi sıradan bir fani için meleklerin cinsiyetine ilişkin zıtlaşmadan öte bir anlam taşımıyor.
* * *
EFENDİM, Felix Mendelssohn'un ‘Paulus’ oratoryasında Bach etkisi mi ağır basıyormuş, yoksa Haendel esinlenmesi mi ?..
Orkestrasyonda traversiyer flüt kullanılırken yüksek oktav bir pikkolo mu, yoksa az tiz bir kontralto mu tercih edilmeliymiş ?
Lionel Hampton'un ‘boogie - woogie’leri Benny Goodman'la beraber vibrafon çalarken mi daha ritmikmiş, yoksa kendi orkestrasını kurduktan sonra mı ?..
Veya, bir piyanistin, bir eleştirmenin ve bir enstrüman imalatçısının bütün ‘entellokratlığı’ ve radyo dinleyicilerini unutup neredeyse birbirlerine küfür savurdukları son tartışma konusundaki gibi, mazurkalar eski bir ‘Pleyel’ klavyede icra edildiği takdirde mi Chopin partisyonlarının hakkı tam verilmiş olurmuş, yoksa tersine, yeni bir ‘Steinway’in karnından çıkacak notalar Polonyalı dahinin kompozisyonlarına seda zenginliği mi katarmış ?
Dediğim gibi, benim için meleklerin cinsiyetinden farksız konular..
* * *
OLSUN, bunları can kulağıyla dinlemeyi öylesine çok seviyorum ki !
Beni, hiç bir zaman ait olamadığım ve hiç bir zaman ait olamayacağım büyülü bir ortama sürüklüyorlar. Sanatçıların yaratıcı evrenine taşıyorlar.
Üstelik, ‘Petruşka’da dansetmiş bir balerin sevgilinin yorgun ayaklarını gösteri sonrasında ovmak veya ‘Saraband’da flüt üflemiş başka bir sevgilinin ıslak dudaklarını konser ertesinde öpmek gibi, uzak nostaljiyalara ve uzak hayallere götürüyorlar.
Yaşasın iletişim devrimi, onun sayesinde ‘France Musique’ radyosuna kulak kesiliyorum ve hayatımı notaların ritminde dönüştürüyorum.
Şimdi esas sorun, Chopin mazurkalarını ‘Pleyel’ piyano kaydından mı, yoksa ‘Steinway’ klavye CD'sinden mi dinlemek gerektiği konusunda düğümleniyor.
Ve, ilkin meleklerin cinsiyeti tartışmasına benziyor olsa da, aslında bu konu sonsuz önemli !..
Paylaş