TERÖR bir modern zamanlar olgusudur! Onun peydahladığı lanetli bir piçtir!
Zaten, Jakoben reis Robespierre giyotine pratik cellat olmakla yetinmemiştir.
O giyotini Fransız Devrimi'nde ekmek bıçağı gibi çalıştırırken, 1794 Şubat'ında bir de, ‘‘faziletin yolu terörden geçer’’ lafını yumurtlayarak teorisyenliği üstlenmiştir.
Ve tabii, nihayet kendi kellesi de sepete düşerken ‘‘fazilet’’in yolunu başka yerde aramış olabilir ama, muhtemelen onu cehennem zebanilerine anlatmıştır.
Her halükarda, çağdaş terörizm ‘‘aydınlana çağı’’na ve ‘‘modernite’’ye uzanır.
* * *
NİTEKİM,ister Netşayef'in Rus ‘‘nihilist’’lerinden başlayın ve Da Valera'nın İrlandalı ‘‘Sinn Fein’’cilerinde soluklanın; isterseniz Paveliç'in Hırvat ‘‘Ustaşi’’lerine çıkın ve Begin'in Yahudi ‘‘İrgun’’cularında durun, tedhişle ‘‘erdem’’i bütünleştirmiş olanların tümü aynı ‘‘aydınlanma çağı’’nın ideolojik harcında yer alan ‘‘milliyetçilik’’, ‘‘sosyal ilerleme’’ yahut ‘‘insani eşitçilik’’ (!) adına şiddete tapınmışlardır.
Anti din olsalar bile, burada ‘‘modernite’’yi dogma kılan ve ‘‘mutlak’’ıempoze eden bir ‘‘dinileştirme’’ söz konusudur. Zaten modernite de böyle bir yoruma açıktır.
Üstelik, şimdiki ‘‘İslamcı terör’’ün (!) kökeni de aynı temele oturmaktadır.
* * *
ÖYLE, çünkü tarihte Hasan Sabah'ın Alamut Kalesi ‘‘haşişi’’leri veya onun devamı durumundaki Sinan ibn Süleyman'ın Suriye ‘‘Yedi İmami’’leri varsa dahi, bu tedhişçilik esas olarak zamanda gayet sınırlı bir Şii û İsmaili hareket olarak kalmıştır.
Müslümanların ezici çoğunluğunu oluşturan Sünni alemi etkilememiştir.
Ta ki, Filistin'le bağlantılı olarak 1967 İsrail - Arap Savaşı gerçekleşene dek.
Zira, bazılarının liderleri Hıristiyan olsa bile, Arap - İslam dünyasının ‘‘aktör’’ olarak terörle tanışması, yukarıdaki savaş sonrasında kurulan ilk örgütlerle başlar.
Bunların tümü de laik ve ulusal karakter arzetmişlerdir. Aksi zaten mümkün olmazdı, çünkü ortada modern zamanları kapsayan bir ‘‘milli mesele’’ vardı ve var.
Ve işte geldiiik ‘‘aydınlanma ideolojisi’’ne; dolayısıyla da ‘‘faziletin yolu terörden geçer’’ diyen 1794 Paris'i Robespierre'ine!
* * *
İKİNCİ paragrafa dönüyorum, çok öznel ve çok elastiki olan ‘‘fazilet’’ anlayışı ahlakiyat içermesi nedeniyle, şüphesiz ki aynı zamanda ‘‘dini’’ bir boyut da yansıtır.
Zaten giyotinci Fransızın tanımı da ‘‘laikçi din’’ terminolojisinin ta kendisidir.
Oysa, kadim Ortadoğu toprağında bizati din varken; üstelik ‘‘modernist’’ Filistin milliyetçiliği çuvallamışken; daha üstelik de, o sıra İranDevrimi konjonktürel damgasını vurmuşken, seksenli yıllardan itibaren ‘‘erdem’’in kavramının ‘‘İslamcı’’ dinamiklerin lugatiyle tanımlamaya başlanmasını normal karşılamak gerekiyor.
Burada, Mısır ‘‘Müslüman Kardeşler’’inden inen ve hem Tahran desteği, hem de İsrail kollamasıyla Filistin'de boy atan ‘‘İslami Cihad’’ örgütü dönemeç taşıdır.
‘‘El Kaide’’ dahil şimdiki tüm terör yapılanmaları da, organik olarak değil ama‘‘uyarıcı’’ bir dürtü olarak, yukarıdaki viraj sonrası ‘‘yeşermek’’ sürecine girmişlerdir.
Ve, ‘‘kanımıza dokunuyor’’ olsa da gerçeği dobra dobra söylemek zorundayız.
O da şu ki, Ortadoğu çıkmazı ve Afganistan işgali derken, kendi ‘‘fazilet’’ kavramını empoze etmek isteyen bir ‘‘İslamcı terör’’ doğmuştur ve de vardır.
Skor yapan Selefi dogmatizm ‘‘modernite’’nin peydahladığı ‘‘terör’’ piçini evlat edinmiştir. Bağrına basmış ve yöntem bellemiştir. Özü reddetse de biçimi sevmiştir.
Üstelik burada, Müslümanlığın ‘‘şehit’’ ve ‘‘şehadet’’ metafiziği çok önemli bir unsur oluşturmaktadır ki, konuyu başka bir yazıda inceleyeceğim.