Paylaş
ÖNCE ‘kaptıkaçtı yolu’ dedik. Çabuk ‘modernleştik’ ve ‘kaptıkaçtı’ yerine ‘minübüs’ kelimesini benimsedik. Ama, familyanın eskileri hariç hemen hiç birimiz güzergahın esas ismi olan ‘Kayışdağı caddesi’ tanımını kullanmadık.
Çünkü bu eksen, yarı beline kadar dışarı sarkan ve ‘devam et’ komutunu veren bitirim muavinlerle özdeşleşmişti.
Araçlar, bildik Kadıköy - Bostancı hattınınkinden farklı yolcular taşırdı.
Feneryolu istasyonundan yukarı çıkıp Kuyubaşı'ndan bakıldığında, ‘minübüs yolu’nun kuzeyinde Çamlıca'lar vardı. Her taraf alabildiğine çayırdı ve ‘Kuka Dadı’ gece yatısına geldiğinde kardeşimle beni ebegümeci toplamaya götürürdü.
Sonra, aynı alanda kargacık burgacık ilk evler belirmeye başladı. Lugate ‘gecekondu’ sözcüğü girdi ve yeni mahalleye ‘Fikirtepe’ dendiğini öğrendik.
O tarihlerden itibaren, biz ‘iyi aile çocukları’ (!) için ‘minübüs yolu’ aşılmaması gereken bir sınıra dönüştü. Ebeveynlerimiz ‘burası da Zeytinburnu’na mı benzeyecek' diye yakındılar ve karşı tarafa geçmemizi yasakladılar.
Bazen, kendi ayrıcalıklı semtimizin yaz sokaklarından, hal ve oluş tarzları ve pejmürde kıyafetleriyle ‘noman’s land' çizginin arkasından geldiklerini hemen belli olan ve grup halinde dolaşan akranlarımız geçerdi.
Onlar bizi, biz onları süzer ve birbirlerimize sessizce meydan okurduk.
* * *
EBEVEYNLERİME itaat etmeyecek kadar büyüdüğümde ilk işim ‘minübüs yolu’nu aşmak oldu. Büyük merakla, toprak sokaklarında şalvarlı kadınların su taşıdığı ve taş eşiklerinde çıplak ayaklı çocukların oyun oynadığı mahallelere daldım.
Onları ‘kurtarmak’ (!) için TİP toplantılarında hoparlör tesisatı kurdum.
Bir de elime kamera aldım, artık ta ‘Ankara asfaltı’na dek yayılmış olan geniş iskan sahasındaki gecekondu görüntülerini negatife düşmeye başladım.
‘Minübüs yolu’nun şehri, dolayısıyla da hayatı böldüğünü iyicene kavradım.
* * *
BÜTÜN bunları bana ODTÜ Şehircilik Planlaması Doçenti Murat Güvenç'in ‘TESEV’ için hazırladığı ‘Kent Yoksulluğu’ raporu hatırlattı.
Güvenç raporunda E 5 yolunun İstanbul'u toplumsal açıdan ikiye böldüğünü ve kuzey tarafın bir ‘kent çeperi’ oluşturduğunu kaydederek, bu kesim ahalisinin Marmara tarafında yaşayan insanlarla kaynaşamadığını belirtiyor.
Bitişik komşum ve okul arkadaşım Murat'ın sosyolojik araştırması, O'nun da, benim de ilk kez daracık bir ‘minübüs yolu’nda tanık olmaya başladığımız ‘eksen ayrışmanı’nın şimdi altı şeritli otoyol güzergahında ve çok daha devasa bir boyutta devam ettiğini ortaya koyuyor.
* * *
HADİ önce biraz ‘iyimser’ davranayım, bana kalırsa yukarıdaki ayrışma ‘geri’ Üçüncü Dünya'dan ziyade bazı ‘orta karar’ Latin Amerika ülkeleriyle benzeşiyor. Çünkü işin içinde otoyol var ve bu bile bir ‘lüks’ (!)...
Demek ki İstanbul, örneğin bir Senegal Dakar'ındaki veya bir Hint Bombay' ındaki gibi sömürgecilerden miras şimendifer ekseninde değil de, inşası ve kullanımı görece bir refah gerektiren asfalt güzergah ekseninde bölünüyor.
Fakat, bölünüyor ! Züğürt tesellisiyle kendimizi aldatmanın anlamı yok...
Dün ‘minübüs yolu’ ve bugün E 5, bizim otoyol da tıpkı Brezilya Sao Paolo' sundaki gibi, şehri yerleşim alanında ve toplumsal skalada ikiye ayırıyor.
Zaten eksenin güney mahallerindeki ‘nezih siteler’imizi de tıpkı Venezuela Karakas'ındaki gibi özel bekçiler bekliyor.
Ve aynı ‘nezih siteler’in tel örgülerini denetleyen kameralar, kırk yıl önce ‘minübüs yolu’nun ötesinden semtimize inen pejmürde çocuklarla başlamış olan sessiz meydan okumanın artık daha üst düzeye tırmandığını ispatlıyor.
Muavin ‘devam et’ diye bağırıyor ama yolcular nereye gidiyor ?
Paylaş