BEN dahil, kökeni ‘sol kültür’e uzanan şimdiki ‘liberaller’in temel özelliği şudur:
Yaklaşık çeyrek asır önce ve insan hayatında henüz çok sınırlı bir viraja tekabül eden yirmili yaşlar sonu, otuzlu yaşların başındayken, kendi kendimizle cidden hesaplaştık.
Tüm totalitarizmlerle köprüleri attık ve genel anlamda sivil demokrasiyi benimsedik. Bunu da, geçmişizi inkár etmeden ve dürüst özeleştiriyle açıkça duyurduk.
O gün bugündür, doğal evrim içinde son derece istikrarlı bir çizgi izliyoruz.
* * *
ÇOK istikrarlı bir çizgi izliyoruz ve nitekim ben kendi hesabıma, dev Raymond Aron anısına kaleme aldığım 1982 tarihli makaleden beri, her yazımın altına şimdi de imza atarım.
Yüzdedoksandokuz virgül doksandokuz, aynı olgu diğerleri için de geçerlilik taşıyor.
Aslında bunda ‘övünülecek’ hiçbir şey yok! Amerika’yı yeniden keşfetmedik.
Sayısız ‘sol’ insanın İspanya İç Savaşı’ndan beri izlediği klasik parkura dahil olduk.
Ve, çıkış noktamızı oluşturan hakkaniyet arayışı statükoyla uzlaşmazlığı, hatta ona isyanı içerdiğinden, aynı statüko değerlere karşı eleştirel mesafekorumak etiğine sadık kaldık.
Yani bir anlamda hálá ‘asi’yiz (!) ve eğer gerçekten ‘övünebileceğimiz’ tek bir şey varsa onu da işte, nabza göre şerbet vermeyen bu namuslu sadakat oluşturuyor.
* * *
ÖTE yandan, o ‘sol’un kendileriyle hesaplaşamayacak kadar korkak ve mikrokosmos şebekelerde ebedi ‘şef’ kalmak muhterisliği dışında hayat baltasına sap olamayacak kadar sığ mensupları, yemin billah, hem geçmişte, hem de şimdi ‘doğru’ söylediklerini iddia ettiler.
Bizlere de, feodal ve ataerkil değerlerin ‘dönek’ (!) damgasını vurmaya kalkıştılar.
Ve inanılamayacak şey, bugün ‘ulusalcı’ (!) denilen ve bir bölüm ‘milliyetçi’ ve ‘Türkçü’ camia mensubunu da toplayan kesimin ‘ideolojik ipi’ni işte onlar oynatıyor.
Zaten beni çileden çıkartan noktayı da, velev ki fikriyatı ve yöntemi paylaşmayayım, tıpkı ‘bizler’ gibi ahlaki ve etik bir ‘hakkaniyet arayışı’ içinde olduklarını bildiğim ve inandığım o ‘milliyetçi’ ve ‘Türkçü’ insanların böyle bir tongaya basması oluşturuyor.
* * *
KUSURA bakılmasın ama, dün Apo’yla gerilla teftiş edip bugün ‘millici’ yaygara kopartanların; dün ‘işgale nihayet / Kıbrıs’a hürriyet’ diye haykırıp bugün Denktaş yağcısı kesilenlerin; dün 9 Mart Cuntası’yla Nasırcı darbeye oynayıp bugün Kerimov hayranlığına soyunanların; dün ‘kahrolsun Sovyet emperyalizmi’ diye bağırıp bugün ‘Avrasya’ diye Türklük alemini Ortodoks papaza peşkeşleyenlerin; dün evrensel enternasyonalden dem vurup pespaye ırkçılık yapanların, ve en önemlisi, ‘biz hep doğruyuz, kalleş dönekler’ demek cüretkarlığını sürdürenlerin ‘samimiyet’ine (!) kanmak için gerçekten enayi olmak gerekir.
Veya, totalitarizmle, en azından otoritarizmle köprüleri atmamış olmak gerekir.
* * *
HEYHAT, yukarıdaki camianın bir bölümünde bu ‘otoritarist ruh’ devam ediyor.
Tek ortak paydanın ‘devlet fetişizmi’ olması yetiyor ve o andan itibaren, geçmişteki ve şimdiki sahtekarlığı hemen unutulan ‘ulusalcılar’ (!) ‘baş müttefik’ addedilebiliyor.
Üstelik de ‘dümen’, üflesen dağılacak cins ultra marjinal şarlatanlara teslim ediliyor.
Oysa biliyorum ki, ‘milliyetçi’ ve ‘Türkçü’ bir bölüm kuşağım insanı o ‘devlet fetişizmi’nden nasibini aldı. Belki ‘bizler’ kadar köklü şekilde maziyle hesaplaşmasa bile, yine de artık asla ‘ulusalcılar’la uzlaşmayacak ‘etik’ ve ‘ahlaki’ dürüstlüğü zirveleştirdi.
Şüphesiz hálá derin farklılıklarımız mevcut ama, Türklük aleminin özgürleşmesi sorunu dahil, sivil demokrasi temelinde buluştuğumuz noktalar belki daha fazlasıyla mevcut!
Ve her halükarda biz ‘liberal dönekler’den (!) paso, çeyrek asır var, ‘ulusalcı’ (!) kalpazanlık ve ‘devlet fetişizmi’ temelinde tuzağa düşmeyecek kadar akıllandık ve dürüstüz.