Paylaş
Ben, aynı adı taşıyan ve geçen günkü açık arttırmada ciddi bir fiyata sahibini bulan Erol Akyavaş imzalı tabloyu kastettim.
Ancak, “ciddi fiyat” dedim ama toplam 2,5 milyon lirayı biraz aşan bu meblağ dünya standartlarında öyle aman aman bir rakam sayılmaz. Çoğu defa diş kovuğuna bile kaçmaz.
Zira, “sinye”dir diye dandik bir kroki için dahi kat be kat fazlasının ödendiği olur.
Ne var ki sanat eserlerine, üstelik de “alafranga”sına dahi değil yerlisine biçilen paha göz önüne alındığında, yukarıdaki bedel Türkiye’nin alışık olduğu skalaya girmiyor.
Neyse, her halükarda müteveffa ressamın ruhu şad ve tuvali cennet olsun! Alıcısına ise hem helâl-i hak olsun, hem de güle güle temaşa etsin!
ASLINA bakarsanız, gerek ismi açıklamayan o alıcının; gerek müzayedeye katılan diğer talepkârların; gerekse de yine aynı yönde yatırım yapan diğer servet sahiplerinin sanat eserlerine artık böylesine fiyatlar ödüyor olması sonsuz mutlu bir gelişmeyi müjdeliyor.
Ne kadar sevinsek azdır! Burjuvalarımızla ne kadar gururlansak yeridir!
Öyle, çünkü işte adı üstünde, “soy” kökeninden kentsoyluluk.
Bu takdirde de yukarıdaki gelişmeyi şu şekilde yorumlamamız gerekiyor:
Demek ki hem o kentsoyluluğun kültürel özünü oluşturan gusto süzülmüşlüğü; hem “mecenat” tabir edilen ve heyhat, iktisadi bir sınıf yerleşikliği olmadığı için dilimizde de tam karşılığı bulunmayan sanat ve sanatçı himayeciliği; hem de söz konusu sanatı meta addetmek girişimciliği çağımız Türkiye’sinde de hızla yol katetmeye başladı.
Artı, ister estetik duyarlılıktan, ister anlık kapristen, hatta isterse sırf şan olsun türü bir meydan okumasından kaynaklansın, yine demek ki, bir bölüm zenginimiz böylesine “havai” ve “fuzûli” şeyler için dahi göz kırpmadan para bastıracak ölçüde bir varlık seviyesine ulaştı.
Nitekim de ülkemizde pıtrak gibi biten yeni müzeler, yeni sergiler, yeni salonlar, yeni galeriler vs., bütün bunlar yukarıdaki gelişmenin diğer somut göstergelerini oluşturuyorlar.
O halde d-e-v-r-i-m-c-i bir atılım yaşıyoruz ki, can-ı gönülden selâmlıyoruz!
EVET, belirli bir ihtilal söz konusudur! Zira ta Rönesans öncesinden beri burjuvaziyi burjuvazi kılmış olan en devrimci faktörlerden birisini onun “sanat öncülüğü” oluşturur.
Ama doğru, bu gelişmede aristokrasiyle girişmiş olduğu sidik yarışı önemli pay taşır.
Kentsoylular asillerin hem rafine tarzını, hem de sanat tekelini kıskandıkları; yani aslında bir sınıf mağduriyeti hissettikleri içindir ki, yukarıda sözünü ettiğim “mecenat” himayeciliğine yönelmişlerdir. Fakat söz konusu kıskançlıkta ayıplanacak hiçbir şey yoktur!
Sanki aristokratlar gökten zembille mi indi? Kılıç zoru ve toprak mülkiyeti temelinde zenginleşmeleri sayesindedir ki tedricen “sanatsever” olabilmek lüksüyle donandılar.
Ve aynı yolu izleyen burjuvalar da o “öncü” tercihleriyle aristokratları yaya bıraktılar.
Politik ve ekonomik olduğu ölçüde estetik bir devrim gerçekleştiler ki burada aklıma, topu topu 1830’da kurulan ama 19. yüzyıl sonu - 20. yüzyıl başı Avrupa sanatına cüssesiyle kıyaslanmayacak oranda damga vuran Belçika’da kullanılmış olan şu slogan geliyor:
“Devrimci sınıf, devrimci estetik, devrimci formlar”!
İŞTE Akyavaş imzalı “Kuşatma” tablosunun şu kadar milyona satılması, Türkiye’deki devrimci sınıfın da ekonomik ve estetik “kuşatma”yı kırmakta olduğunu müjdeliyor.
Tekrar can-ı gönülden selâmlıyoruz!
Paylaş