Daha n’oluyoruz demeye kalmadı, sanki Hızır Aleisselám, birkaç saniye sonra, ayaklarındaki patenle yıldırım gibi kayan bir çocuk zuhur etti. Hem mağaza işletmeciliğindeki bu yeni gelişmeye, hem de reyonların arasında zikzaklar çizmekte olan çocuğa hayranlık duydum. Artı, kıskandım!
Hem keseye daha uygun, hem de angaryası bir defa, o devasa banliyö marketlerinden birisinde hafta sonu alışverişine çıkmıştım.
Moda iki müzik parçası arasında fettan bir sesle, "Şu mal, şu saate kadar, şu kadar tenzilatlıdır" diye beynimi yıkamaya çalışan anonslara mümkün mertebe direnerek, haniyse bir aylık nevale düzdüm.
Sonra, önümde bir kuyruk, arkamda başka bir kuyruk ve ite kaka yürüttüğüm arabanın içi silme dolu, zar zor kasaya geldim.
Elektronik tezgah ilerledikçe, arabadan çıkarttığım öte beriyi oraya yerleştiriyorum.
Gayet minyon bir kasiyer kız almış olduğum ambalajlardan birinin sağını solunu çevirdi, altını üstünü yokladı ve fiyatın yazılı olması gereken etiketi bulamadı.
Hah dedim, işte şimdi hapı yuttum!
Hoparlörle anons edecek de, reyon sorumlusu gelecek de, malı görecek de, tekrar reyona gidip fiyatı öğrenecek de, yeniden kasaya dönüp haber verecek de, eyvahlar olsun!
YILDIRIM GİBİ BİR ÇOCUK
Ucu bucağı belirsiz kocca mağaza ki içinde at koştur, bütün bunlar gerçekleşene kadar hem çok uzun dakikalar geçecek, hem de arkamdakileri boşu boşuna beklettiğim için ben yerin dibine geçeceğim.
Tam "Ziyanı yok, aman kalsın" demeye hazırlanıyordum, kızcağız telsiz gibi küçük bir aparatla iki çift laf konuştu ve o andan itibaren de nutkum tutuldu.
Çünkü, daha n’oluyoruz demeye kalmadı, sanki Hızır Aleisselám, bir kaç saniye sonra, ayaklarındaki patenle yıldırım gibi kayan bir çocuk zuhur etti.
Ambalaja şöyle bir baktı ve geldiği hızla da geri döndü.
Ortanca oğlumun yaşında ya vardı, ya yoktu.
Onun gibi de, Amerikanvariliğin belirli bir stiline uygun giyinmişti.
Kulaklıklarıyla belki telsizden gelecek talimatları bekliyordu ama, ben daha ziyade, cebindeki aparattan "grunge" müzik dinlediği şüphesine kapıldım.
Her halükarda, afalladım. Şaşırdım.
Aynı zamanda da, frenklerin tabiriyle, "şapkamı çıkarttım".
Yani, hem mağaza işletmeciliğindeki bu yeni gelişmeye, hem de şimdi reyonların arasında zikzaklar çizmekte olan yetişkin çocuğa hayranlık duydum.
Artı, kıskandım!
Evet evet, o patenlerden dolayı kıskandım.
Çünkü bütün çocukluğum boyunca, daha doğrusu buluğ çağımdan itibaren tekerleklerin üzerinde kayabilmek istemiştim.
Kaymak kağıda basılmış yabancı dergilerde görüyorum ve inanılmaz biçimde hevesleniyorum, oralardaki yaşıtlarım için bu hiç de bir "lüks" oluşturmuyor.
Háttá tersine, yine yabancı filmlerden biliyorum ki, o patenler biraz "asilikle" özdeşleşiyor.
Fakat en önce, bulabilene aşkolsun!
Belki belki Tophane’deki Amerikan pazarlarında hurdası çıkmış, tekerleği yassılmış, nikelajı paslanmış, meşin bağları kopmuş bir tanesine raslanabilir ama, bunun dahi fiyatı müthiş pahalı olacağından, kim hangi harçlığından arttırıp alabilir ki?
KISKANMADIM İMRENDİM
Sonra, hadi düşeş geldi ve de edinebildiniz.
Peki, bu durumda nerede kayacaksınız?
Eğricik büğrücük arnavut- kaldırımlarında mı, yoksa sözümona "asfalt" denilen ve daha zifti döküldüğü andan itibaren çakıl çukul delikler açılan tek tük yollarda mı?
İki adım atmadan balıklama kapanıp, oranızı buranızı kıracağınızın resmidir.
Dolayısıyla, bütün bir dönemim paten üzerinde kayabilmek hayaliyle geçti.
*
Doğru, sonra belki imkan doğdu.
Artık Batı sürgününe gitmiştim ve henüz genç sayılacak yaşlarda olduğum için de, tekerlekleri ayağıma geçirmek ne göze batar, ne de yadırganırdı.
Üstelik, tam o sıralar bir ara paten salgını başladı.
Kasetli walkmenler ilk defa icád olmuştu ki, yediden yetmişe, kerli ferli insanlar dahi bunları kulaklarına geçirip ve örneğin bir "Abba" veya "Supertramp" dinleyip, vızır vızır sokak arşınlar oldular.
Ancak aynı dönem ben "cinnet yılları"nı sürdüğüm için, "burjuva eğlenceleri"yle (!); özellikle de, "emperyalist kültür"le özdeşleştirdiğim patenle matenle ilgilenecek gözüm yoktu.
Ve sonra ardından seneler gelip geçti ki, kaymak istesem dahi, vücut kıvraklığım buna izin vermeyecek ölçüde kemikleşti.
Artık hesabı ödüyordum ki, her halde başka bir kasadan gelen çağrıya yetişmek için, şimdi müşteri kalabalığının arasından büyük ustalıkla ve son sürat kayarak, şen şakrak uzaklaşmakta olan patenli yetişkinin arkasından tekrar baktım.
Bu defa belki kıskanmadım da, imrendim.
Patenleri mi, yoksa o mutluluklar ve tasasızlıklar yetişkinliğini mi, tam bilemiyorum.
Kayan ne? Tekerlekler mi, hayat mı, onu da bilemiyorum.