Çantayı açıp içinden kasketi çıkartıyorum ve mümkün mertebe formuna sokup tekrar başıma geçiriyorum. Gayet "hanım evládı" bir çocuk edasıyla aile ocağına avdet ediyorum. Ancak biliyorum ki, işten eve erken dönen bir peder beye; yahut alışverişe çıkmış bir valide hanıma kasketsiz rastlama rizikosu da mevcuttur.
Benokul üniformasını severim!
Ve gördünüz, sözümün de eriyim. Ağzımdaki baklayı hemen çıkarttım.
Çünkü, geçen pazar da yazıya aynı cümleyle başlamıştım.
Fakat şu farkla ki, "okul" kelimesini zikretmemiştim.
Sonra da her bir üniformada kadı kızı kusuru keşfederek ve hangisini sevdiğime ilişkin o baklayı dilimin altında saklayarak, sırrı ancak bu hafta açıklayacağımı söylemiştim.
Siz sağ, ben selámet, işte şimdi öğrenmiş oldunuz.
Evet evet, ilkokul, hatta anaokulu önlüğünden itibaren, öğrencilerin tá üniversiteye kadar giydiği; daha doğrusu benim giyinmelerini arzuladığım üniformaları çok severim.
Fakat burada derhal parantez açıp, dobra dobra bir itiraftá bulunacağım.
Bu üniforma sevdam kendim için hiçbir zaman geçerlilik taşımadı.
İlkokulu tabii ki háriç tutalım, tam tersine, böyle kıyafetlerden daima nefret ettim.
Nitekim, işin aslına bakarsanız sonsuz hayret edilecek bir mucizedir ya, gönderildiğim Fransız Cizvit mektebinin sınıflarında, avlularında ve koğuşlarında müthiş bir garnizon disiplininin hüküm sürmesine rağmen, öyle kesin bir giyim kuralı yoktu.
Belki de yatılı öğrencilerin varlığından dolayı, buradaki vida kısmen gevşek sıkılmıştı.
Neyse, bunu öğrendiğim an sevinçten uçmuştum.
Kabul, müdür "birader" ilkin ceket-kravat demişti ama, sonra bu da çabucak tavsadı.
Çapulculuğa varmasa dahi, hemen hepimiz hırpaniliğe yakın giyinirdik.
BONJURUN BATSIN
Ancaak, benim değil ebeveynlerimin heves ve ısrarıyla hazırlık birinci, hatta ikinci sınıfta bile kasket takmak zorunda kaldığım oldu. Haftalarca ve aylarca ağladım.
Hele hele, yağmurlu günlerde o naylon siperliği üzerime geçirmemek için, gökten rahmet yağmasın diye dua ederdim.
Çünkü elimle koymuş gibi biliyorum, daha okulun civarına yaklaşmaya başladığım an, yolda rastlayacağım benden büyük bir öğrenci, yahut da sınıfımdaki "kasket ásileri"nden (!) birisi serpuşu arkadan iterek "N’aber anne kuzusu" veya "Bonjur hanım evládı" diyecek.
Elinin körü ve de "bonjur"un batsın!
Sanki bu koleje girebilen her öğrenci zaten eninde sonunda "anne kuzusu" ve "hanım evládı" değil mi ki, senin başında benimkisi gibi zebániler kılıç sallamıyor diye, şu meret kasket yüzünden, kendi aidiyetini de inkár etmek şansına sahip bulunabiliyorsun.
Neyse, bir müddet sonra ustalaştım. Ustalık ne kelime, üstád-ı azám kesildim.
Evden çıktım mıydı, köprüyü geçene kadar ayıya dayı demek misáli, köşeyi dönene dek lacivert kumaşlı ve altuni armalı kasket başımda, "iftiharla" (!) ve paşa paşa yürüyorum.
Sabahın köründe işlerine giden konu komşu da yolda bana rastlarsa, "Ah evládım, Frerler Mektebi’ne de pek bir yakışıyorsun. Allah zihin açıklığı versin" diyor.
İçimden "Allah sizin de müstáhakınızı versin, amin" diyerek köşeyi döndüğüm; yani artık ebeveynlerimin pencere açısından kurtulduğum an ise, bittiiii!
Melûn kasketi derhal başımdan çıkarttığım gibi, ite kaka ve siperliği eğirip bükmek pahasına doğru okul çantasına veya jimnastik torbasına tıkıyorum.
Oh, dünyalar varmış, şimdi tramvaya veya otobüse rahat rahat binebilirim.
Binebilirim ve paso biletimi aldıktan sonra da, benimle aynı istikámetten kendi okullarına gitmekte olan Bağlarbaşı Amerikan Kız Koleji’nin; Moda Kız Lisesi’nin; yahut da bilhassa, Notre Dame de Sion Fransız Kız Koleji’nin o güzelim üniformalı, o güzelim öğrencilerine ferah ferah bakabilirim.
AH O EKOSE ETEKLER
Ah ekose etekli, gri hırkalı, lacivert soketli ve ceketli kız, benden yana şöyle gizli bir göz atmak tenezzülünde bulunsan ya!
Seninle "konuşabileceğim" (!) umuduyla okulu derhal "kırarım" (!) ve vapurda güverteye çıkarsan da, sanki tesadüfmüş gibi, ben de oraya gelirim.
Lánet olsun, işte o tenezzülü göstermedi ve biletçi de "Altıyol" diye bağırdı.
Sonra, okul dönüşü tabii ki yine aynı senaryoyu tekrarlıyorum.
Çantayı köşebaşında açıp içinden kasketi çıkartıyorum ve mümkün mertebe formuna sokmaya çalıştıktan sonra da tekrar başıma geçiriyorum.
Gayet uslu ve gayet "hanım evládı" bir çocuk edasıyla aile ocağına avdet ediyorum.
Ancak biliyorum ve farkındayım ki, işten eve erken dönmekte olabilecek bir peder beye; yahut alışverişe çıkmış bir valide hanıma herhangi bir güzergáhta ve başım kasketsiz rastlamak gibi korkunç bir talihsizliğe düşmek rizikosu da mevcuttur.
Ve, bu takdirde o melûn ve o meşûm kasket armasından itibaren ve siperliği de dahil bana çiğ çiğ yedirileceğinden, aman Hadi Efendi gözünü dört aç ve de tongaya basma!
Hay Allah, "gözünü dört aç" falan derken işte láf da láfı açtı ki, parantezi kapatmayı unuttum.
Dolayısıyla, kendimde değil başkalarında sevdiğim okul üniformalarına neden, niçin ve ne zamandan beri "aşk" duyduğumu anlatacak yerim ve zamanın kalmadı.
Ama biliyorsunuz ve zaten ispatladım, sözüm söz olduğuna göre, hadi bu da gelecek pazara kalsın.