Kitapçıdasınız ve dediğim gibi hoş bir karşı cins mensubunun ciltlere göz attığını fark ettiniz. İşte o an çabuk davranın, fakat asla da zampara izlenimi uyandırmadan, biraz damdan düşercesine, hemen söze girin.
Tecrübeyle sabittir ki, kitapçı rafları biiir; plakçı dükkanları ikiii ve de market reyonları üüüç, buralar alımlı ve akıllı kadınları fethedebilmek için umut mekánı oluşturur. Daha doğrusu, tabii ki çantada kekliktir demiyorum ama, böyle yerlerde "fütuhat seferberliği"ne girişmek öyle deveye hendek atlatacak ölçüde zor değildir!
Nasıl mı?
Kitapçıdasınız ve dediğim gibi hoş, ama hiçbir şekilde de "boş" (!) olmadığı anlaşılan bir karşı cins mensubunun ciltlere göz attığını fark ettiniz.
Siga siga o yöne doğru seyredebilir ve de hangi kapakları incelediğinde mütereddit çehre takındığına bilhassa dikkat edersiniz.
İşte o an çabuk davranın ve bir nebze çekingenlik alameti göstermeden, fakat asla da "zampara" (!) izlenimi uyandırmadan, biraz damdan düşercesine, hemen söze girin.
Örneğin eğer o kitabı okumuşsanız, "tavsiye ederim" türünden bir girizgáh yapın.
Tabii, romansa yazarına, felsefeyse içeriğine, şiirse de üslubuna ilişkin bir eklemede bulunmak büyük fayda getirir. Yoksa sarı çizmeli Mehmet Ağa’dan ne farkınız kalır ki?
Yahut da tam tersine, hoş kadının evirip çevirmekte olduğu kitabı kastederek, "Aman değmez, ikinci sayfada uykunuz gelir" diyebilirsiniz.
Veya aynı girizgáhı, "Beni de cezbediyor ama mütercim konusunda şüphelerim var" cümlesiyle de ifade edebilirsiniz.
Ve o andan itibarende "karşı tarafta" (!) en azından bir merak uyandıracaksınız.
Çünkü aklı başında hiçbir kadın, kendisine duyulan ilginin satır aralarından sezdirildiği ve çağrıştırıldığı bu centilmen ve usta yöntem karşısında lakayt kalamaz.
KAHVEYE DAVET
Sonra, gerisini getirmek, meselá Levinas etiğine ya da Tanpınar büyüsüne ilişkin olarak tezgáh arasında başlamış konuşmayı "şu köşedeki kahvede devam ettirsek" teklifiyle tamamlamak, size kalmıştır.
Hatta "isteyenin bir yüzü, vermeyenin iki yüzü kara" ilkesini benimsemiş bir fütursuz; yani hasetten çatlayan bazı kıskançlara göre "yüzsüz"seniz (!), söz konusu öneriyi hiç çekinmeden, "Benim kütüphanem de hiç fena sayılmaz. Üstelik birkaç tane de orijinal litografim var. Eğer görmeyi arzularsanız, acı kahvemi içmek için bana buyurun"a bile tahvil edebilirsiniz.
Tuttu tuttu, tutmadı tutmadı, hiç olmazsa telefon değiş tokuşunu gerçekleştirmelisiniz.
Kitapçılardaki bu kaide aynen plakçılar için de geçerlidir.
Ne var ki benim açımdan buranın mutlaka klasik veya caz reyonları olması gerekir.
Pop, hit, hat, hut falan, bunlar anladığım şeyler değil, dolayısıyla oralarda göz gezdiren bir kadına yukarıdaki türden bir girizgáh yapabilmem zaten maddeten imkánsızdır.
Çok rahatlıkla, Schubert’in "Kış Yolculuğa" lied’lerine bakınan birisine hemen "Mutlaka Dietrich Fischer Diskau icrásını tercih edin" yahut, Kerem Görsev CD’lerini inceleyen diğer birisine derhal "A Morning in New York’u bilhassa dinleyin" diyebilirim ama, en son tekno parçalar tezgáhında dolanan bir üçüncüsüne, söz konusu "musiki"den (!) yola çıkarak alabanda etmem mümkün değildir.
Zaten aslına bakarsanız, söz konusu klasik, caz, hadi bilemediniz etno-folk reyonları dışında oyalanan kadınlar ne beni ilgilendirebilir, ne de ben onları ilgilendirebilirim.
Kasa kuyruğunda yarenliği ilerlettikten ve piyano merakını keşfettikten sonra yüzümü kızartıp, "Nadir bir Rubinstein versiyonundaki Şopen noktürnleri dinlemek isterseniz, fakirháneme teşrif buyurmakla bana büyük bahtiyarlık bahşedersiniz" demem mümkündür ama, anıran bir zırtapozun eski veya yeni plağı zaten benim evimin eşiğinden içeri adım atamayacağı için, bu tür müzik tutkunlarına zaten ben yüz kızartmam.
HESAPLI FATİHLİK
Üçüncü "ideal mekán"larda, yani süpermarketlerde, bilhassa da gıda tezgahlarında ise durum tamamen farklıdır. Bunlar kitapçılara ve plakçılara benzemez.
Oralarda seçkinci davranmamak gerekir. Böyle bir yaklaşım hayal kırıklığına götürür.
Çünkü, her ne kadar ilk bakışta endámı, giyinişi, hal ve oluş tarzı gayet hoş gözükse dahi, sütlü mamûlat reyonunda yağsız yoğurt seçmekte olan bir kadının kitapçıda da Pessoa cildi, plakçıda ise Schönberg CD’si seçeceğine dair kendi kendinize bahse giremezsiniz.
Girdiğiniz ve aynı reyonda o hanımefendi"ye (!) kibarca, "Tatsız tuzsuz yoğurtla niye kendinize işkence yapıyorsunuz ki? Gördüğüm kadarıyla ölçüleriniz değme mankene taş çıkartır" dediğiniz takdirde belki de tam bir Sulukuleli ağzıyla, "İşine bak mendebur! Benim şalvarımın derdi, seni mi gerdi" türünden bir cevap alabilirsiniz ki, siz de çaresiz soluğu rakı reyonunun yarım karafakisinde alırsınız.
Dolayısıyla, "fetih alanları"na dahil olsa bile süpermarketlerde müşkülpesentlikten uzak durmak ve bütün rizikoları hesapladıktan sonra, "fatihlik"e kalkışmak gerekir.
Ha, dördüncü bir "ideal mekán", daha doğrusu bir "ideal süreç" daha var!
Otomobil direksiyonu! Daha doğrusu, trafik sıkışıklığındaki otomobil komşuluğu!
Zaten yukarıdaki üç mekána da kasten değindim.
Yani bütün bunları, Dimitri Şostakoviç’in araba radyosunda dinlemekte olduğum 8. Senfoni’sinden yola çıkarak anlattığım ve geçen hafta kırmızı ışıkta kaybettiğim o direksiyon komşum hoş kadının "dördüncü seçenek"ine bağlamak istedim.
Ama n’apim, láfı uzattım ve yine gelecek pazara kaldı!