Paylaş
İki haftadan beri nasıl da munis esiyor!
Hissediyor musunuz, bütün bir Türkiye’yi nasıl da iyimser okşuyor?
BİLİYORUZ, gördük, duyumsadık veya bizzat kendimiz aynı yele kapıldık, anayasa referandumu öncesi hüküm süren o fırtına, o bora, o tayfun 12 Eylül’de en zirveye ulaştı.
Meteorologların “göbek” dediği doruk nokta sabah sekizden, akşam beşe dek yaşandı.
Sonra bir baktık ki, daha gece başlangıcında barometre 760 milimetreyi işaretliyor.
Hava basıncı hektopaskal ünitede de, milibar ünitede de, tor ünitede de normale inmiş.
ORAYA inmiş, çünkü “evet”lerin kesin üstünlüğü etrafı hoş bir sükûnetle kaplamış.
İşte, tüm muzafferiyetine rağmen bir başbakan sıcağı sıcağına çıktığı ekranda “hayır” diyenleri de sahipleniyor. Üstelik onların endişelerini gidermeye de çalışacağını söylüyor.
Daha üstelik, Cumhuriyet tarihinde muhtemelen ilk açık özeleştiriyi yapan siyasetçi olarak, “kampanya sırasında kalp kırdıysam özür dilerim” şeklinde konuşuyor.
Diğer taraftan karşı yakada, varsın bütün söylemini husumet ekseni üzerine inşa etmiş üçüncü parti lideri uğradığı ağır hezimet karşısında köpükler saçsın, işte ana muhalefet önderi de yapıcı, uzlaşmacı ve bütünleştirici bir lisan kullanmaya itina gösteriyor.
Hala aynı koltukta oturuyor olsaydı selefinin yüzde doksandokuz virgül doksandokuz ihtimalle tekrarlayacağı intikamcı ve suçlamacı nakarat yerine mutedil bir dilde karar kılıyor.
Dolayısıyla, yine bir baktık ki daha 12 Eylül gecesinden itibaren denizler durulmuş.
Yenilen pehlivan güreşe doymazmış misali ölü ve kaba dalgalar su sathını bir müddet daha kaplasalar bile, referandum öncesinin hırçın ve öfkeli köpüklerinden eser kalmamış.
Hissediyor musunuz, iyimserlikler rüzgâr şimdi nasıl da okşuyor?
NORMALDİR, zira anayasa referandumuyla birlikte bizzat Türkiye normalleşti.
Daha doğrusu, varlığını hanidir bildiği, mevcudiyetine hanidir imrendiği, hayalini hanidir kıskandığı; fakat her elini uzatışında sopa indiği, her yaklaşışında çelme yediği, her kulaç atışında dibe batırıldığı için şimdiye kadar hiç ulaşamadığı o “normal”e kavuştu.
Çünkü, şöyle böyle değil gerçekten muazzam bir viraj döndük.
Devasa bir uçurum aştık ve depderin bir kuyudan çıktık.
OYSA gayet nadir istisnalar hariç, insanlar tarihi yaşarken onu fark edemezler.
Dolayısıyla, ben şimdi ne söylesem boş ve kimseyi somut biçimde ikna edemem.
Ancak ömrü vefa edenler şunu mutlaka görecek. Öyle uzun vadede bile değil, 2010 referandumu orta vadede aynı tarihe sivil demokrasinin kanatlandığı viraj olarak yazılacak.
Hele hele, 12 Eylül gecesi çıtlattığı özgürlükçü programın içeriğini önceki gün medya yöneticileriyle yaptığı toplantıda biraz daha dolduran Başbakan bunu hızla fiiliyata geçirmek azmini devam ettirir; artı, şimdi çok daha yapıcı bir çehre çizen ana muhalefet lideri de aynı olumlu yaklaşımdan caymazsa, yukarıdaki “tarih yazma” süreci haydi haydi çabuklaşacaktır.
TABİİ tüm bunlar ne hâlâ köhneden medet uman statüko zaptiyelerinin şimdiki iyimser rüzgârları soluyacağı; ne de bilhassa, Türkiye’nin “olmazsa olmaz”ını oluşturan Kürt meselesinin bir çırpıda ve yeni fırtınalara yakalanmadan çözümleneceği anlamına geliyor.
Birinciler artık “fasulyeden” sayılmalıdır ama ikincisi sonsuz hayati ve sonsuz acildir.
Dolayısıyla, bu iyimser, bu mutedil ve bu sükûnetli rüzgârdan istifade yelkenimizi hiç vakit kaybeden şişirmek ve yukarıdaki çözüme doğru, doğru rota tutturmak fırsatımız vardır.
Paylaş