Paylaş
Yani, Obama yönetiminin İsrail’le kendisi arasına kısmi bir mesafe koymasına bakıp, Washington’un Tel-Aviv’le artık külahları değiştiği yönünde kesin bir hükme varmayalım.
Böylesine sarih bir saptama yapmak için vakit henüz çok erkendir.
* * *
ERKENDİR ama yine de öyle anlaşılıyor ki, yeni ABD lideri Bush’un “neo-con” hezeyanlarını çöpe atmış ve İsrail’e endeksli politikaların da nelere mal olduğunu farketmiştir.
Dolayısıyla, henüz tam netlik kazanmasa bile, belirli bir rota değişikliğine gitmektedir.
Hillary Clinton’un Netanyahu hükümetine açık çek vermesi artık beklenemez.
Artı, bırakın Davudi yıldızlı ülkenin İran’a yönelik bir “ihtiyati saldırı”ya yeşil ışık yakmayı, aksine, müzakerelerin tekrar ivme kazanabilmesi için muhtemeldir ki, yeni Beyaz Saray kiracı bugün, yarın bizzat Ortadoğu konusunda onu tavize zorlayacaktır.
Ama unutmayalım, ABD sisteminin gereği Obama’nın bir “Kongre sorunu” vardır.
Diğer bir deyişle, Potomac nehri kıyısındaki Yahudi lobisinin ağırlığı veya hafifliği, dokuz aylık Başkan’ın yakın gelecekteki İsrail politikalarını da ister istemez etkileyecektir.
Nitekim, ben işte bu yüzden dereyi görmeden paça sıvamayalım ifadesini kullandım.
* * *
İMDİİ
* * *
Evet, kurulabilir! Zaten de vardır!
Ancak tabii söz konusu ilişkinin, dün “BOP”a dair uydurup tutturamadıklarını şimdi de aksi yönden piyasa süren “ulusalcı” şabalakların yeni komplo teorisiyle alakası yoktur.
Yani Ankara, Siyonist devlete dolaylı yönden baskı yapmak isteyen Beyaz Saray’dan aldığı “talimat” (!) uyarınca manevraları iptal etmiş falan değildir! Bunlar hezeyandır!
Tersine, Türk tarafının “aculluğu” Birleşik Amerika’yı şaşırtmış, hatta irkiltmiştir.
Fakat yine de yukarıdaki “etkileşim ilişkisi” mevcuttur. Böyle bir etkileme kesindir.
Çünkü, eh “havayı koklamak” ve “leb demeden leblebiyi anlamak” becerisi hiç de yabana atılmayacak olan Ankara diplomasisi “gidişat”ın farkına tabii ki çoktan varmıştır.
Hesaplı bir riziko alarak da, ABD tutumunun tam netleşmemesine beklemeden kasten öncülüğe soyunmuş ve bir açıdan aynı ABD’ye, “artık sen de hızlan” mesajını vermiştir.
KABUL, yukarıdaki riziko göze alınabilecek bir marjdadır ve de almaya değer.
Ancak, Türkiye-İsrail ilişkileri ne üç gündür sözünü ettiğim ve heyhat toplumumuza damga vuran “Yahudi husumeti”nden, ne de realpolitik perspektiflerden soyutlanabilir.
Üstelik oraya kamera giremediği için ekranda hiç görmedik ama, şimdi aziz dostumuz olan Suriye’deki Esad hanedanının ve alevi oligarşisinin Hama’yı topa tutarak en az yirmi bin kişi katlettiği hatırlanırsa, yukarıdaki “halkın vicdanı” sözü pek bir çifte standartlı kaçıyor.
Ama yine de olsun, ikinci zikrettiğim realpolitik açıdan bakılırsa o Şam’la bile dostluk kurmamız çok olumlu bir şeydir. Şu kesin, uluslararası ilişkilerde “ahlak” ancak mostralıktır.
Oysa aynı soğuk gerçekçilik ve aynı “lâ-ahlakilik” İsrail’le ilişkileri de kapsamalıdır.
Sosyo-politik harita ortada, ne “dostluğu” uluorta teşhir etmek, ne de “dargınlığı” ayağa düşürmek kaydıyla ve en azından kısa-orta vadede, tarafların eli birbirine mahkûmdur.
Paylaş