Paylaş
İçinde savunma içgüdüsü de var ama önemli haklılık payı da var, ‘İslami intelligentsia’mıza mensup bir dizi aydın, bazı ‘laik’ kalemlerimizin İran'daki seçim sonuçlarını nalıncı keseri gibi kendilerine yontarak ‘zafer’ (!) ilan etmesini izafileştiriyor ve gelişmenin doğru değerlendirlmesini istiyor.
Bu bağlamda, Ömer Çelik'in dünkü ‘Yeni Şafak’ta yayınladığı ve şematik kurgu açısından dört dörtlük bir tahlil içeren makalesinden yola çıkacağım.
Çelik özetle, bizde sanıldığının aksine İran'daki tartışmanın sekülarizmle din arasında değil, bizzat fıkıh çerçevesinde gerçekleştiğini vurguluyordu.
Şii terminolojiyi Sünni lügate uyarlayarak da, ‘muhafazakarların’ ‘ehli hadis’, ‘reformcuların’ ise ‘ehli rey’ geleneğini temsil ettiğini söylüyordu.
Çok eskiye dayanan bu ‘tartışmanın’ nihayetinde bir ‘usul’ meselesi olduğunu ve İslam içindeki ‘sistem tanımlaması’na uzandığını kaydediyordu.
* * *
MUHAMMEDİ teoloji uzmanı olmak iddiam yok ama İran'ı mümkün mertebe yakından izlemeye çalıştım, Ömer Çelik'in saptaması ilk bakışta doğrudur.
Gerçekten de, Acem devletinde görünen ayrışma dinle sekülarizm arasında değildir. Dinin siyasi sisteme uygulanmasının farklı yorumları arasındadır.
Zaten, ‘muhafazakar’ Hameney gibi ‘reformcu’ Hatemi de Şii ruhban sınıfına mensuptur. Üstelik, bu Şiiliğin ‘şüheda’ olgusu ve bu ruhban sınıfının varlığı Farsi kavmi diğer Müslüman toplumlara oranla belki daha ‘dini’ kılmaktadır.
Dolayısıyla, Tahran'daki gelişmeyi ‘laik zafer’ ilan etmek kağnıyı öküzün önüne koşmak tehlikesine içerir ki, yanılgı ihtimali yüksektir.
Ancaak !..
* * *
ANCAĞI şu: Teorik bağlamda ele alırsak, ‘siyasal İslam’ özünde bir ideolojidir. Tüm ideolojiler gibi de tabu, dogma ve kalıplarla donamıştır.
Nitekim, velev ki biri ‘ilahi’, öteki ‘dünyevi’ mesaj iletmek iddiasında olsun, Marksizmle ‘siyasal İslam’ arasında çok önemli benzerlikler mevcuttur.
Bu benzerlikler her iki tarafın ‘üst yapıda’ oluşturmak istediği ‘sistem şeması’ndan, en alt düzeydeki ‘örgütsel hücre şeması’na kadar uzanır.
Ve de üstelik, genel olarak Müslüman bünyede, özel olarak İran arenasında hüküm süren ‘fıkıh’ tartışmaları, Karl Marx'ın kitaplarını yorumlayarak rota arayan eski komünistlerin skolastik tartışmalarıyla neredeyse aynıdır!
Burada hemen teoriden pratiğe geçelim!
* * *
EVET İran'daki ayrışma dini-laik platformda değil ‘fıkıh’ yörüngesinde gerçekleşmektedir ama, bana kalırsa bu, buzdağının ancak görünürdeki sathıdır.
Unutmayalım, totaliter ve otoriter yönetimlerde ilk kırılmalar hemen her zaman en önce sistemin kendi bünyesinde ve kendi söylemi içinde ortaya çıkar. Tersi hem ortam, hem de hakim zihin parametreleri açısından mümkün değildir.
Bir rejim ‘aparatçik’i olan Gorbaçov da ideoloji müridi komünistti. Marx çerçevesinde kalmak kaydıyla Marksizmin varyant yorumundan yola çıkmıştı.
Ve bizim bazı entellektüel Marksistlerimiz o sırada bu olguyu vurguluyor ve hem ‘sosyalizmin fikri yerleşikliğine’, hem de tartışmanın ‘kol kırılır yen içinde’ özelliğine değinerek, ‘geriye dönüş olmayacağını’ söylüyorlardı.
Fakat Pandora'nın kutusu açıldı... Artık yorum değil ideoloji sorgulandı!
Yeni dinamik bir yandan çok geniş bir potansiyel içeren ‘anti’yi harekete geçirdi. Öte yandan da, sistem içinde reformun mümkün olmadığını anlayan veya sırf çıkar gözeten sistem mensupları ‘anti’yle bütünleşti. Hatta öncü oldu.
Dolayısıyla İran'daki fıkıh ayrışması da sathidir. Yanılgı yansıtmaktadır.
Benzerlikler üzerine varsayım kurmanın tehlikesini biliyorum ama sanıyorum ki, bu ülke Doğu Bloku'ndan çok farklı bir rota izlemeyecek ve çelişki laisizm eksenine, yani ‘siyasal İslam’ ideolojisinin sorgulanmasına oturacaktır.
Paylaş