MALÛM, Fransızlar’ın gayet de kadehe kuvvet bir millet olduğunu yedi cihan bilir.
Dolayısıyla, üzüm ûsaresi atıflı deyimler Voltaire lisanında geniş yelpazeye yayılır.
Bunlardan birini de ‘şaraba su katmak’ ifadesi oluşturur.
Bu mecázi anlatım biraz, Türkçe’deki ‘ağır ol, molla desinler’ sözüne tekabül eder.
Diğer bir deyişle, hissi tepkisellik, azámi talepkárlık veya havai blöfkárlıkla fazla ileri gidildiği takdirde, artık durumun yatıştırılması ve ılımlılaştırılması zorunluluğunu çağrıştırır.
*Ê*Ê*
İŞTE, Ankara’nın da Kuzey Irak konusunda kendi ‘şarabına su katması’ gerekiyor.
Zaten günáh diye hiç dudak dokundurmamış olanların ise, yine bağbozumunun ‘ab-ı hayat meyvası’ndan küpe süzülen ve de haram maram olmayan şıraya su katması gerekiyor.
Yani, her iki sıvıdaki kırmızı rengi mutlaka ‘pembeleştirmek’ gerçeği dayatıyor.
Hani şu ikide bir dil pelesengi ettiğimiz ‘kırmızı çizgiler’ var ya, onu kastediyorum.
Akdi takdirde, bırakalım Frenkçeyi, bu defa Türkçe’nin ‘keskin sirke, küpüne zarar’ deyimindeki teorik doğruluğu pratikte anlayacağız ki, heyhat, iş işten geçmiş olacak.
*Ê*Ê*
İLKİN, hepimiz bildiği gibi Kerkük, Türkiye dahil tüm uluslarası camia tarafından sınırları resmen tanınmış ve güvence altına alınmış olan Irak topraklarında bulunuyor.
O halde, meşru müdafa durumu hariç, Ankara, Bağdat başkentli ülkede ne arayabilir?
Zaten aynı uluslararası camia değil midir ki, her hangi bir devletin her hangi bir bahaneyle başka bir devletin topraklarına girmesini ‘tecavüz’ olarak nitelendirmektedir?
Dolayısıyla, ‘etnik yapının değiştirildiği’ ve böylelikle ‘kırmızı çizgiler’in aşıldığı gibi hukuken sıfır bir gerekçeyle maceraya cüret etmek, anında, BM’den Yeni Dünya’ya ve ‘Düvel-i Muazzama’dan Yaşlı Kıta’ya, o uluslararası camiayla köprüleri atmak olacaktır.
Adama, ‘birader, senin o ’kırmızı çizgiler’ hangi antlaşmanın ve hangi sözleşmenin cetveliyle işaretlenmiş ki, şimdi başkasına dayak cetveli indiriyorsun’ diye sorarlar.
Ardından da, bizzat senin üstüne kapkalın ve koskoca bir ‘kırmızı çizgi’ çekerler.
Sonra istediğin kadar ‘aman pembeleşsin’ diye şaraba veya şıraya su kat, nanaydır!
*Ê*Ê*
HAA, değişik konjonktürde, yani Türkiye’nin sorumlu olmadığı ve kimin elinin kimin cebine girdiğinin de pek önemsenmediği hercümerc sırasında farklı tutum mümkün müydü?
Mümkündü ve ‘barışperest’ koronun ‘savaş kışkırtıcısı ABD ajanı’ küfürlerine rağmen o dönem söyleye söyleye dilimde tüy, yaza yaza da kalemimde mürekkep bitti.
Eğer 1 Mart ‘Tezkere’si onaylansaydı, Ankara bölgede ‘söz sahibi’ olacaktı.
Yağma Hasan’ın böreği açgözlülüğüyle şunu bunu kopartmak için değil, ‘realpolitik’ uygulamayı hem Türkiye, hem de Irak Kürtleri açısından ortak biçimde hayata geçirmek için devreye girilseydi, yeni jeo-politik yapılanmada bizim ‘çizgiler’imiz de kaale alınacaktı.
Bizim ‘Kürt paranoya’mızı iki halkın kardeşliği çerçevesinde ortadan kaldırabilecek demokratik bir çözüm için, temeli sağlam jeo-stratejik payanda inşa etmek imkánı doğacaktı.