Ne zaman bir nebzecik inzivaya kaçsam, o sıra mutlaka bir vukuat meydana gelir. Benim o dünyadan el ayak çektiğim kısacık süre içinde biri İtalyan, diğeri Ukrayna kökenli olan ama Ortaçağ ozanı François Villon lisanında terennüm ettikleri ezgilerle şöhrete ulaşmış olan bu iki insan da, dünyayı tümden terk etmiş.
TATİLDEYDİM ya, bir ara fişi tam çekmiştim.
Kısa bir süre için bile olsa ne radyo, ne gazete, ne televizyon, ne internet...
Hepsi hak getire ve de varsa deniz, yoksa balık...
‘Havaiyat’tan okuduğum kitapları ise hesaba katmayalım.
Dolayısıyla, yer yerinden oynasa ve Nuh tufanı kopsa, ruhum duymayacak.
Aksi şeytan, zaten de hep böyle olur.
*
DEFALARCA başımdan geçti, dünya ahvali benim paşa gönlüme uygun bir seyir izlemediğinden, ne zaman böyle bir nebzecik inzivaya kaçsam, o sıra mutlaka bir vukuat meydana gelir.
Tamam, eğer çok çok önemli bir olaysa, siz tekrardan ‘mesaiye başladığınızda’ (!) bunun uzantılarını, yorumlarını, devamlarını nasılsa yakalayacağınızdan, rötarlı da olsa, nihayetinde durumu öğrenirsiniz.
Fakat, tersi de söz konusudur.
Sizin aktüaliteyi defterden sildiğiniz dönemde, sıradan faniler için o kadar hayati addedilmeyen bir ‘ahvali adiye’ medyaya yansımış ve konu bir, hadi bilemediniz iki günde kapanıp gitmişse, bundan asla haberdar olmayabilirsiniz.
Ve, aradan bir süre geçtikten sonra o olaya atıfta bulunan bir konuşmaya tanıklık eder, bir yazı okur, bir haber dinlersiniz ki, apışıp kalırsınız.
Eksik olmasın, aziz Sezen Cumhur Önal o eski ‘radyo günleri’nde Nat King Cole’ü çağrıştırdığı anonsun látifesiyle ‘kadife sesli şarkıcıdan merhabalar’ diye telefonda ilk cümleyi telaffuz etti ki, hemen peşi sıra iki kötü haber verdi.
Meğersem, hem Serge Reggiani, hem de Sacha Distel ölmüş.
Benim o dünyadan el ayak çektiğim kısacık süre içinde biri İtalyan, diğeri Ukrayna kökenli olan ama Ortaçağ ozanı François Villon lisanında terennüm ettikleri ezgilerle şan ve şöhrete ulaşmış olan bu iki insan da, dünyayı tümden terk etmiş.
Utangaçlığa kapılıp durumu bilmediğimi Önal’dan saklamak gibi bir riyakárlığa düşmedim ama, ahize elimde, şaşırıp kaldım.
Önce, Rabb’ın mağfireti her ikisinin de üzerinde olsun.
*
ASLINA bakarsanız, klasik ‘şovbiz’ evrenine çok uzak durduğu için daha sonra, diyelim ki onlu yaşlarımın en nihayetinde doğru keşfetmiş olsam dahi, ‘İşte ben, işte İtalyan hergele’ diye meydan okuyan Reggiani’yi Distel’e yeğlerdim.
‘Fransız şarkısı’ denilen ve Yves Montand’dan Leo Ferre’ye, Edith Piaf’tan Jacques Brel’e bir dizi gerçek ‘dev’i kapsayan ekolün içinde yer alırdı ki, bugün her ne kadar hemen hepsi ‘demode’ addedilseler bile, bana sorarsanız, o Villon lisanına hakkıyla vakıf olunduğu takdirde, o ekol de, onlar da ölümsüzdür.
Hani Büyük Yahya Kemal benliğimizi ‘Çok insan anlayamaz eski mûsikimizden / Ve ondan anlamayan bir şey anlayamaz bizden’ diyen harikûlade mısralarla açıklar ya, işte ‘Fransız şarkısı’ da aynen öyledir ve Serge Reggiani’yi anlayamayan ‘Fransızlığı’ hakkıyla anlayamaz.
Peki, ya Sacha Distel?
*
O’nu çok daha önce, dediğim gibi Sezen Cumhur’un ‘kadife sesli şarkıcı’ anonslarındaki ‘radyo günleri’nden itibaren tanıyor, biliyor ve de seviyordum.
Çünkü, zaten 2. Dünya Savaşı ertesindeki Paris gerçeküstücülerinin caz geleneğinden inen ve ‘mavi notalar’daki ustalığını Lionel Hampton’la plak doldurmaya kadar vardırdığı için Nat King Cole türü ‘Amerikanvari’ müziğe ‘Fransevilik’ten çok daha yakın duran Distel’in de ‘sesi kadife’dendi.
Sonra Frank Sinatra’ların bile ‘ödünç aldığı’ (!) bir ‘La Belle Vie’yi, bir ‘Scoubidou’yu, bir ‘Monsieur Cannibale’yi benim kuşağım olan unutamaz.
Üstüne üstlük, yine Önal’ın sözlerini yazdığı ‘Kime derler, sana derler’ parçasını Türkçe söylerek, ‘aranjman’ furyasını başlattığından ve ardından aynı parça Ajda Pekkan ve Çolpan İlhan tarafından da söylendiğinden, ülkemizdeki popülaritesi hiç yabana atılacak cinsten değildi.
Ötesi, ünlü kayak şampiyonu Francine Breaud ile evlendiği yetmiyormuş gibi, ‘baby face’ yakışıklılığıyla káh Saint Tropez’de Brigitte Bardot’un, káh Paris’te Jeanne Moreau’nun sevgilisi olarak ‘jet sosyete’ sayfalarından hiç düşmediği için, Sacha Distel’in şarkıcı sıfatı bir de ‘playboy’luk ünüyle pekişmişti.
İşte, ‘cinnet yılları’nın ahmaklığına doğru seyrederken benim giderek kendisinden uzaklaşmam da, belki bütün bu ‘popülarite’den kaynaklanmıştı.
*
DOĞRU, ‘cinnet yılları’nı çoktan bitirdim ama işte heyhat bu defa da, Serge Reggiani’lerin ve Sacha Distel’lerin ‘gidişat yılları’ hemencecik geliverdi.
Tatil inzivalarına çekilip kısacık bir süre dünyadan kaçmaya kalkışıyorsunuz ve döndüğünüzde, tanıdık, bildik, sevdik mitosların tam o sırada o dünyadan temelli el ayak çektiklerini öğreniyorsunuz.
Ve gel de, bu defa daha, daha, daha çok kaçmak için, Distel’in kırk beş devirli plakta Türkçe telaffuzla söylediği ‘Kime derler, sana derler’ini, pikabı daima ve hep geri döndürerek dinlemeye çalışma!