Paylaş
Öyle anlaşılıyor ki, kendilerine ‘Kemalist’ diyen ama iç bünyede iki ayrı kanat sergileyen ‘nasyonal cumhuriyetçi’ blok imaj yenilemek çabasıyla İsmet İnönü'yü ‘gözden çıkartmaya’ (!) hazırlanıyor. Alttan alta nabız yokluyorlar.
Sezinleniyor ki, hedef, tüm olumsuzlukları ‘İkinci Adam’ın sırtına yıkmak ve 1938'den sonra tarihi süreçte kopuş olduğu izlenimini yaratmaktır.
Bu taktiği uygulayanlardan bir bölümü liberal söyleme nispeten daha yakın.
Onlar, Mustafa Kemal'deki ilk çoğulcu açılımları ‘Milli Şef’in kesintiye uğrattığını vurgulayarak ‘Paşasal yılları’ aforoz etmek eğilimini taşıyorlar.
‘Kemalizm’i Marksizan salçaya bulayan ve ‘Kadro’cu tekne kalıntılarından Attila İlhan'a uzanan ‘sol’ (!) ‘nasyonal cumhuriyetçi’ kanat ise tam aksine, İnönü'nün ‘devrime ihanet ettiği’ teranesini tutturarak ‘öze dönüş’ istiyor
* * *
YUKARIDAKİ iki tahlil de yanlıştır. Tarihi nalıncı keseriyle yontmak iradeciliğinde ve hala ‘izm’lerden medet ummak cehaletinde hayat bulmaktadır.
Hayır, nüans ayrıntılara rağmen İnönü öz itibariyle hem Atatürk'ün, hem de Cumhuriyet'in mirasçısıdır. Kemal'in ve İnkilab'ın bayrağını O devralmıştır.
Ve üstelik, kişisel hiç bir sempatim yok ama Sezar'ın hakkını Sezar'a vermekle yükümlüyüm, İsmet İnönü yine Mustafa Kemal Atatürk'ten sonra yakın tarihimizin en değerli ve en sağduyulu ikinci devlet ve siyaset adamıdır.
Sadece ve sadece ülkemizi Savaş badiresinden uzak tutabilmiş olması dahi muazzam bir başarıdır ki, yalnız bu bile Lozan müzakerecisini efsanevi kılar.
Hele hele, ‘sol’dan vurmaya kalkışan ‘nasyonal cumhuriyetçiler’in İnönü'yü ‘devrime ihanetle’ suçlaması gülünçlüğün de ötesinde, ebleh bir zavallılıktır.
Aksine, son dönemde Atatürk'le Paşa'nın arasına kara kedi girmesi Mustafa Kemal'in ekonomide ‘müteşebbisçi’ olmasından kaynaklanmıştır ki, daha ‘Kadro’ başlangıcında devletçiliği savunmuş olan İnönü ‘Milli Şef’e dönüşür dönüşmez bunu pratiğe uygulamıştır. İktisadi planda Milli Korunma Kanunu; siyasi planda 1939 CHP kurultayı, içtimai planda da Köy Enstitüleri'yle, ‘sol’ (!) ‘nasyonal cumhuriyetçi’lerin çakar almaz ‘devrimciliği’ne bile ilk kopyayı o vermiştir.
* * *
ÖTE yandan, ‘liberal’ (!) ‘Kemalist’lerin İsmet İnönü'den ‘kurtulabilmek’ için ‘Milli Şef’ dönemindeki demokrasi yoksunluğuna ve keyfiyetçi uygulamalara atıfta bulunması, yukarıdakilere oranla bana tabii ki daha sempatik geliyor.
Ama zaptiye dipçiğine, Varlık Vergisi'ne, Sansaryan Hanı tabutluğuna rağmen ben burada da Sezar'ın hakkını yine Sezar'a vermek zorundayım. Çünkü, hiç bir tarihi olay o günün şartlarından ve değerlerinden soyutlanarak irdelemez.
Bırakın totaliter yükselişi, dünyanın kan kustuğu 1938 - 1946 döneminde demokrasi beklemek safdilliğin ötesine gider mi ? Gerçekçilikle bağdaşır mı ?
Üstelik, velev ki 1939 İstanbul Üniversitesi konuşması bir nebze açılım işareti versin, hiç kuşkusuz ‘Milli Şef’ kariyerine demokrat olarak başlamadı. Otokrat olarak başladı. Bu, o çağ konjonktüründe de fazla yadırgatıcı değildi.
Ama başarı şudur ki, İsmet Paşa demokrasiyi önce kendi şahsında özümsedi. 1946'dan itibaren de dış dinamiklerin etkisiyle, ayak sürüye sürüye olsa bile bunu ülke sathında gerçekleştirdi. Bu bab'da da Atatürk'ün mirasını sürdürdü.
* * *
DOLAYISIYLA, şimdi Mustafa Kemal Atatürk'le İsmet İnönü'yü ayrıştırmaya kalkarak ‘sevapları’ (!) birinciye, ‘günahları’ (!) ikinciye yüklemek abestir.
Her ikisi de artı ve eksileriyle vardır ! Onlar bizimdir ! Tarihin terazisinde ise yine her ikisinin sevapları günahlarına bin kat ağır basar !
Biline ki, tabuların arkasına saklanarak kendilerine ‘Kemalist’ diyen ve imaj tazeleyebilmek umuduyla bugün İnönü'yü ‘fedaya’ hazırlanan ‘nasyonal cumhuriyetçiler’ tarihi artık eskisi kadar kolay tahrif edemeyecekler.
Bizde Kemal Paşa'yı da, İsmet Paşa'yı da onlara bırakacak göz var mı ?
Paylaş