Paylaş
GALATASARAY'ı can-ı gönülden kutladıktan sonra hemen sadede geleyim, ‘Taksim vukuatı’ndan itibaren bugüne kadar yaşananlar aslında Türkiye'nin ruhi ve toplumsal portresini yansıtmak açısından mükemmel bir ayna oldu.
Bizim medyanın cürmü kadar yer yakan İngiliz tabloid basının yaygaracı manşetlerini ön plana çıkartması, stadyumlarda ‘Avrupa, Avrupa duy sesimizi’ diye tezahürat yapan kolektif bilinçaltımızı biraz daha biledi. Bu, ‘Türkün Türkten başka dostu yoktur’ sloganındaki vahim travmayla bütünleşti.
Leeds maçının seyircilerimize yasaklanması yönündeki faullü karar ise ‘Sevr paranoyası’nı hala tedavi edemeyen ve ‘öteki’ önünde duyduğu derin kompleksi aynı‘öteki’ne husumetle dışarı vuran zihniyeti tam şahlandırdı.
Fırsat bu fırsat, sportif yarışma ‘Batı’yla hesaplaşma'ya dönüştürüldü.
Şükür Galatasaray kazandı da ‘hesaplaşma’ ‘intikamlaşma’ boyutuna varmadı.
* * *
BAKIN, Damat İbrahim Paşa'nın ‘Kafiristan’da öğrendiklerini getir' talimatıyla Yirmi Sekiz Mehmet Efendi'yi 1719 yılında Viyana'ya ilk kalıcı Osmanlı sefir-i kebiri olarak göndermesine kadar çıkabilirim ama Tanzimat'ı kilometre taşı alayım, biz ‘Batı’ tercihini kendi irademizle yaptık.
Meşrutiyet de, Cumhuriyet de bu tercihi teyid etti. Israrla sürdürdü.
Kimse bizi ‘Batılı’ olmaya mecbur kılmadı. Kılmıyor ve kılmayacak !
Tersine, aidiyeti biz talep ettiğimiz için daima zorlandık. Zorlanıyoruz.
Bugün ise ne istediğimize karar vermenin zamanı çoktan geldi ve geçiyor.
Batı'nın ‘Sevr’i hortlatarak' Türkiye'yi ‘parçalamak’ emeli güttüğünü mü düşünüyoruz, ben gülüyorum ama neyleyeyim ki bu da bir faraziye, o halde böyle düşünenlerin AB üyeliğine mutlaka karşı çıkması; ötesi, ‘hayat tarzı’ dahil ‘Avrupailikten’ kopması gerekir. Onlar için tek doğru ve dürüst tutum budur!
Yahu bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu, hiç insan kendi ülkesini ‘bölmek’ amacı taşıyan bir bünyeye girmek; böyle ‘kalleş’ bir uygarlığın değerleriyle bütünleşmek; onun felsefi ve sosyolojik parametrelerini paylaşmak ister mi?
N'apalım, pahalı mahalı ama son tahlilde sırtımızda yumurta küfesi yok, işte uzak Asya'sıydı ve işte yakın Doğu'suydu, biz de oralarda kısmet ararız.
Üstelik, futbol takımlarımız o coğrafyada yüzde yüz şampiyon olur. ‘Avrupa bizim finale kalmamızı önlemek için komplo kuruyor’ tasasından da kurtuluruz.
Artık Batı'yla ne sahada, ne de başka yerde ‘hesaplaşmak’ ihtiyacı kalır.
* * *
AÇMADI mı? Sudan takımına Hartum'da düzineyle gol atmak İngiliz takımını Leeds'de elemenin yanında küme düşmekten başka anlam taşımaz mı diyorsunuz?
O takdirde, futbol fikstüründe finaline kalsak bile ruh ve zihin sistematiğinde henüz ilk turunu geçemediğimiz birinci ligin kıymetini bilelim.
Nikahlanmaya can attığımız kadına bir yandan ‘kaltak’ demeyi, diğer yandan da ‘baba mirasıma konmak mı istiyor’ şüphesiyle yaşamayı bırakalım
Evleneceksek, kız tarafı olarak alyansı onun seçeceğini ve kuyumcuda ‘çok pahalı, ucuzu olsun’ diye pintilik yapamayacağımızı kabullenelim.
Galatasaray sayesinde Avrupa'nın yeşil saha şampiyonluğuna oynarken, aynı Avrupa'nın toplumsal sahasına küfrederek maç kazanamayacağımızı anlayalım.
* * *
VEYA dediğim gibi, işimize gelmiyorsa iki maçı da başka sahada oynayalım.
Ama şükür, hem Avrupalı ve ‘Avrupai’ olmak isteyip, hem de ‘bizi parçalayacaklar’ diye ahkam kesenler bunun üzerine balıklama atlayacak olsalar bile, bana öyle geliyor ki Galatasaray'dan sonra artık bu mümkün değil !
Leeds'in çim stadında top koşturmuş, üstelik kazanmış olanlar artık çöl ve bozkır tribünlerinin toprak sahasındaki meşin yuvarlağa vurmazlar.
Doğru klas meselesidir, birinci lige çıkmış takımlar, ‘öteki’nden korkan ve korkusunu da husumetle yansıtan hem ödlek, hem de fanatik seyircilerine rağmen kolay ve ucuz ikinci küme şampiyonluklara tenezzül etmezler!
Paylaş