Daha beşikten itibaren her "haz"ı, daima "azap"a, daima "gazap"a ve daima "zarar"a dönüştürecek hangi suçu işledik?
Yok yok, işte ayan beyan ortada, biz hiçbir suçtan sorumlu değiliz! Öde Allah öde, o ilk günahı işlemekle daha ilk başta anamızı belleyen Havva Anamızın ceremesini ödüyoruz.
Tövbe tövbe, bazen tepem öyle atıyor ki, hani Hıristiyanlığa geçesim geliyor.
Git, şu "misyon" denilen yerlerden birisinin kapısını çal; peder-oğul-Ruh-ul Kûds, tehlis-ül beyán eyle; baş ve işaret parmaklarınla iki burun deliğini kapatıp vaftiz suyuna dal ve de böylelikle, başına gelenleri ve daha gelecek olanları en azından mánen açıklamış olursun!
Neden mi?
Efendim şundan ki, malûmunuz, İsevi din "ilk günah" inancı üzerinde yükselir.
Hatırlayacaksınız, yasak meyveyi ısırmakla kalmayan Havva Anamız bir de Adem Babamızı baştan çıkarmıştır ki, bundan dolayı insanoğlu cennetten alelacele sepetlenmiştir.
İşte İncil’e göre de, bizler şu fani dünyada o gün bugündür gazabın bedelini ödüyoruz.
Ne ne váhim bir suçmuş, ne bitmez bir cezaymış, ne uzun bir cefaymış ki, annemizin rahminden çıkıp mezarımızın tabutuna uzanana dek, bütün bir hayat boyu çile dolduruyoruz.
Hayırhayır, tabii ki sonsuz saygı duyduğum Hıristiyanlığı iğnelemek gibi bir niyetim yok ve yukarıdaki girizgáhı látife kabilinden yaptım.
Çünkü, bu metafizik denklem dün olduğu gibi bugün de hayatımızı belirliyor.
Beşikten mezara kadar "haz-azap" çelişkisiyle yaşıyoruz ve de öyle ölüyoruz.
Nitekim, daldan dala atlamak gibi olacak ama ilkin oğlumdan bir örnek vereceğim.
İYİ OLAN HER ŞEY KÖTÜ MÜ?
Ortanca oğlum henüz bacak kadardı ve annesi hafta sonu için bana getirmişti.
Geçmiş gün hatırlamıyorum, ya eve erzak düzmeyi unuttuğumdan, ya da kolayıma geldiğimden, dışarıda yemek yemeye götürdüm.
O hamburgerciye gidelim dedi, ben "Boş ver, sağlıklı bir şey olsun" cevabını verdim.
Bu defa mayonezli patates kızartması, sonra da kremalı dondurma istedi.
"Yapma yahu, seni böyle abur cuburla beslediğimi duysa annen beni kazığa oturtur" diye yine geçiştirmeye çalıştım.
Sen misin bunu söyleyen, minnacık kerata bana dönüp ve son derece ciddi bir ifadeyle, "Baba, iyi olan her şey neden kötü" demez mi?
Buyrun bakalım ve şimdi nasıl bir açıklama getireceksiniz?
Evet nasıl açıklayacaksınız, zira onun "iyi" ve "kötü" kelimeleriyle dile getirdiği ve özünde "haz-azap" çelişkisine tekabül eden çok derin soru aynı kalıyor.
Her halde, "A benim oğlucuğum, işte boynumuzun borcu, cennetten elma yürüterek ’ilk günah’ı işleyen Havva Anamızın cezasını ödüyoruz ki, senin o ’iyi’ hamburgerin ve benim o ’iyi’ viskim ilelebet ’kötü’ kalacak" diyecek değilim. Anlamaz.
Kaldı ki, anlayacak olsa dahi gerçek cevap bu mu ki?
İnanmıyorum. İnanmak da istemiyorum.
"Haz veren" şeylerin niçin "azap ve zarar verdiği"ni, dolayısıyla da neden böylesine muazzam bir ikilemin doğduğunu ben de bilmiyorum.
Ama harika sorusuyla sıhhate en mugayir abur cuburu hak etmişti, mayonezli patates kızartmasını da, şekerli kola sodasını da, kremalı şoko dondurmasını da önüne koydum.
HAVVA ANAMIZIN CEREMESİ
Ey okuyucu, şimdi oğlumun sorusunu biraz değiştirerek sana soruyorum: En masumundan başlarsam, diyelim ki mutlaka yağsız ve mutlaka az pişmiş, hatta çiğ veya haşlama olması kaydıyla, tatsız tuzsuz ve taamsız lezzetsiz bilûmum sebze, zerzevat, ot fasilesi kolesterole, lipide, şuna, buna gayet bir olumlu etki yapıyor ve istatistik olarak insan ömrünü uzatıyor da; buna karşılık niçin, örneğin, şöyle kemiği sıyrıla sıyrıla kemirilecek ızgara pirzola; şöyle kıyma harcı kallavi doldurulacak puf böreği; şöyle bol soğanı, bol baharatı, bol pirinci okkalı kavrulacak patlıcan dolması, tam tersine, o kolesterolü, o lipidi, o şekeri arttırarak, yine istatistik olarak, insanı hızla teneşire yaklaştırıyor?
Neden ete tat veren kömür ateşi kansere; neden böreği kızartan yağ enfarktüse; neden dolmayı şenlendiren harç da diyabete çanak tutuyor?
Dediğim gibi, en masum midevi hazlar bile niçin insana azap kapısı açıyor?
Tabii listeyi sonsuz ölçüde genişletebilir ve bende karaciğer büyümesine yol açtığı için üç senedir bırakmak zorunda kaldığım viskiden başlayarak rakısına, şarabına, votkasına; hatta, esrarına, kokainine, eroinine kadar, bu defa "keyif-gazap" çelişkisine uzanabiliriz.
Artı, AIDS’si, herpesi, frengisi falan diyerek, bunlara mutlaka ve mutlaka cinsel hazların gailelerini de eklemek zorundayız.
Peki de, çünkü nedir bu çektiğimiz? Nedir bu eziyetimiz?
Geldik gidiyoruz, şen olasın Halep şehri ama yok oğlu patates kızartması yemesin; yok babası viski yudumu içmesin; yok ağabeyi şuna alışmasın; yok kardeşi buna bulaşmasın, eee?
Daha beşikten itibaren her "haz"ı, daima "azap"a, daima "gazap"ave daima "zarar"a dönüştürecek hangi suçu işledik?
Yok yok, işte ayan beyan ortada, biz hiçbir suçtan sorumlu değiliz!
Öde Allah öde, o "ilk günah"ı (!) işlemekle daha ilk başta anamızı belleyen Havva Anamızın ceremesini ödüyoruz.