EN önce, Fransa ve Hollanda ‘hayır’larına çok, çok sevinenlerin kimliğine bakalım.
Dereyi görmeden paçayı sıvayarak, ‘oh be, Brüksel hayali öldü’ diye zil takıp oynayan ‘ulusalcı’larımızı (!) da şimdilik geçip, ufuk turuna kasten ABD’den başlayalım.
İlkin, Atlantik’in karşı yakasında ‘anayasal vefat’ı düğün bayram ederek karşılayan esas kesimi, ‘neo-muhafazakár’ ve ‘Hıristiyan mürteci’ odaklar oluşturdu.
Öyle ki, söz konusu siyasi eğilimintemel ideologlarından olan Bill Kristol,‘Weekly Standard’daki makalesinde enişte öpücüğü kondurdu ve kasten Voltaire lisanını kullandı.
Yazıya, ‘Yaşasın Fransa’ anlamına gelen ‘Vive La France’ başlığını attı.
Diğer bir ideolog Garry Schmitt ise ‘Los Angeles Times’taki yorumunu ‘Eğer Avrupa Anayasası öldüyse ne alá! Demek hayat devam ediyor’ cümlesiyle noktaladı.
Kalburüstü Washington ricalinden ‘derin Amerika’ kiliselerine, diğer ‘neo-muhafazakár’ ve ‘Hıristiyan mürteci’ çevrelerin Paris ve Lahey ‘hayır’larını ne denli ‘hayırda hayır vardır’ alkışlarıyla karşıladığını sıralamaya kalksam, burada yerim kalmaz.
* * *
ÖTE yandan, esas hayatiyeti yaşayan Avrupa’da, pazar ve çarşamba günleri ortaya çıkan sonucu şıkır şıkır oynayarak karşılayanlar, yine ‘yamalı bohça’ kimliklerini korudular.
Sorarım, ‘sosyal AB istiyoruz’ ve ‘küreselleşmeyi reddediyoruz’ láf ebeliğiyle mangalda kül bırakmayan ‘sol’ (!) cenahı; bunun tam yüz seksen derece tersinde yer alan ve ‘Brüksel’in ‘ináyetli devlet’ müsrifliği liberalizmi frenliyor’ diye bağıran ‘sağ’ kesimle aynı ‘hayır’dabuluşturan bir mukaddes ittifak eğer ‘yamalı bohça’ değilse, nedir?
Hele hele, Fransa ve Hollanda’daki komünist sosyalist salçalı ‘egemenciler’in (!), söz konusu ülkelerde Le Pen ve Wilders gibi açıkça faşizan liderler tarafından temsil edilen ‘non-nee’ kampıyla aynı kaba def-i hacet eylemesi, Ertuğrul Özkök’ün deyimiyle ‘alafranga kızıl elma’ koalisyonunda başka hangi tanımla sıfatlandırılabilir?
Peki, böyle farklı ve zıt yelpazeye yayılmış bir ‘hayır’ı herkes nalıncı keseri gibi kendine yonttuğuna göre, acaba gerçekte bunlardan hangisi ‘zafer’ kazandı.
* * *
LAFI hiç ağzımda gevelemeksizin, cevabı kestirmeden veriyorum:
Tabii ki ‘neo-muhafazakar’;dolayısıyla‘ultra liberal’ kimlikli ‘hayır’ kazandı!
‘Weekly Standard’ın ‘neo-con’ ideoloğu babasının hayrına ‘Vive La France’ diye ‘enişte öpücüğü’ yollamadı. ‘LAT’ yazarı boşu boşuna ‘ne álá’ demedi.
Çünkü, heyhat ki heyhat, dünya dengeleri açısından bakıldığında, pazar günü Fransa’da ortaya çıkan sonuç Avrupa’nın ‘hezimet’ine ve Amerika’nın ‘zafer’ine tekabül ediyor.
* * *
EVET öyle ve zaten yaşarsak hayatın pratiğinde beraber göreceğiz, orta - uzun vadede Yaşlı Kıta tekrar ‘Atlantik eksenli’ rotaya dönecektir. Eli mahkûmdur. Alternatif yoktur.
Anayasa’nın reddedilmesiyle ‘kendi ayağına ateş eden’ AB en az on yıllık süre için ‘güç olabilmek’ şansını yitirmiştir. Bir ‘mihrak’ olarak sivrilmek tasarısı suya düşmüştür.
Hele hele, ‘sosyal Avrupa istiyoruz’ diye ‘hayır’ demiş olanlar mum yaksın.
Kadı kızında kusur bulanlara dank edecek ki, aslında o sosyal boyutu kurumsallaştıran Anayasa’nın reddiyle yerine ondan daha ‘iyi’si gelmeyecek. Bunun hayali dahi gülünçtür.
Tersine, Avrupa’da şimdi bilhassa İngiliz kökenli Anglo-Sakson liberalizmin; kısmen de Amerikan ‘vahşi kapitalizmi’nin ‘borusu ötecektir’. Küreselleşme ise hızlanacaktır.
Sevincini gizleyen Tony Blair’in ve muhtemel halefi Gordon Brown’un o İngiltere’si ise ağırlık merkezine dönüşerek, Kıta’nın ‘Amerikanileşme’sinde motor rol oynayacaktır.
Peki, tüm bunlar Türkiye’nin üyelik perspektifi için de ‘kötü koku’ mu getiriyor?
Global çerçevede ve uzun vade asla, fakat bunu başka bir yazıda irdeleyeceğim.