HAFIZAMI yokluyorum da, kral sülaleleri hariç, ilk modern zamanlarda az - çok 'hanedan' boyutu edinebilmiş siyasetçi familyalarında ikiyi geçemiyorum.
Birincisini, Korsika'nın o pek meşhur 'Bonaparte' klanı oluşturuyor.
Yeğen sırf amcasının ismini taşıdığı için 1848'de başkan seçilmiş ve sonra da hızını alamayıp, zat-ı şahanesini 3. Napoleon namıyla Fransa imparatoru ilan etmişti.
Diğeri ise, oğlu Herbert'i kendi şansölyelik makamına hazırlamak istemesine rağmen yine de 1885'deki 'torpil'inde mahdumunu dışişleri müsteşarlığına tayinden öteye gidemeyen, Almanya birleştiricisi Otto von Bismarck'ın soyadında odaklaşıyor.
Tabii ki başka unuttuklarım vardır ve de zaten, 'Lordlar Kamarası'ndan dolayı politikacı geleneğinin daha aristokratik temele oturduğu İngiltere'yi saymadım.
* * *
MALUM, kraliyet soyuyla hiç ilgisi olmamasına rağmen başta kendi çocuklarını 'veliahtlığa' itekleyen ve yarı 'hanedamtırak' - yarı 'akrabamtırak' bir şekil alan yönetim tarzına, eski bir papadan dolayı, siyasetbilim lugatinde 'nepotizm' denir.
‘‘Yamyam cumhuriyetleri' (!) falan, modernizm öncesi bu tarz esas olarak kapalı toplumlara, pederşahi yapılanmalara ve totaliter mekanizmalara özgüdür.
Başka bir deyişle, bir ülke veya kurum ne kadar demokratik ve özgürlükçüyse, 'nepotizm'den de o kadar uzaklaşır. Tabii, tam tersi de geçerlidir.
Örneklersek, tarihin en dehşet totaliter devletlerinden biri Kuzey Kore'de Kim familyasının 'kızıl hanedan' (!) oluşturması veya ona heveslenen bizim 'karanlıkçı' Maocunun kendi oğlusunu kabile reisliğine hazırlaması, yukarıdaki şemayı tamamlar.
Ancak, bazı istisnai durumlarda ampirik genelleştirmeden kaçınmak gerekir.
Yine örneklersek, babadan toruna ve hatta geline, Nehru ailesinin Hindistan'da 'hanedanlaştığı' gerçek bir vakıadır ama, Yeni Delhi'nin özde demokrasiyle yönetildiği ve o geleneğin de o demokrasi çerçevesinde yürütüldüğü inkar edilmez.
Yahut her halde kimse, 'W' rumuzlu Bush'un da pederinden sonra başkan seçilmesini 'ABD'de demokrasi değil 'nepotizm' vardır' avanaklığıyla yorumlamaz.
İşte Yunanistan da 'kaideyi bozmayan' bu 'istisnai' kategoriye giriyor.
* * *
BURAYA giriyor, çünkü Papandreu'ların üçüncü kuşaktan en üst düzey siyasetçisi Yorgo Papandreu'nun Pazar günü Helen Sosyalist Partisi PASOK önderliğine seçilmesi, dost ve kardeş komşu ülkenin demokrasisini gölgelemiyor.
Tıpkı, muhalefet liderinin de yine üçüncü kuşak bir Karamanlis olması gibi...
Oysa, bir beş - on yıl öncesine kadar böyle net bir saptama yapamazdım.
Hayır, tabii ki o tarihlere dek Atina'da demokrasi yoktu falan diyecek değilim.
Ancak belirli bir 'eksiklik', en azından genel tanımla çelişen bir farklılık vardı.
Hem yukarıdaki ataerkil pederşahiliğin Yunani ruhiyatta sürmesi; hem daha bağımsızlıktan itibaren antik politika arenasının bir 'klanlar tekeli'nin eline geçmesi; hem de iç savaşın çelişkileri, 'nepotizm' ve 'hanedamtıraklık' boyutu getiriyordu.
Ve zaten de, şimdiki Papandreu ve Karamanlis aynı uzantıdan iniyor.
* * *
EVET iniyorlar ama, dönüştüklerinden; daha doğrusu ve özellikle de Rumca sevgi takısıyla 'Yorgaki' denilen torun Papandreu Yunan modernleşmesine öncülük ettiğinden, onlar artık 'hanedan veliaht'ı değil demokrasi aktörlerini oluşturuyorlar.
Aile ayrıcalıklarının siyasi hayattaki avantajını 'hayırlı yerde' (!) kullanıyorlar.
7 Mart'taki Yunanistan seçimleri öncesinde neden 'Yorgaki'yi desteklediğimi ise yarın Kıbrıs Sorunu ve Ankara - Atina ilişkileri çerçevesinde irdeleyeceğim.