GERÇEKLER inatçıdır, dolayısıyla aşağıdaki olguyu mutlaka görmemiz gerekiyor.
O da şu ki, Avrupa ülkeleri kamuoyu AB üyesi bir Türkiye’ye ‘sıcak’ bakmıyor.
İki en ‘baba ülke’nin halkları ise açıkça ‘hayır’ diyor.
Nitekim, Brüksel Komisyonu’na bağlı ‘Eurobarometre’ enstitüsü tarafından yapılan son sondaj, yuvarlak rakkam, Avusturyalıların yüzde 62’sinin; Almanların yüzde 57’sinin ve Fransızların da yüzde 51’inin Topluluk’la bütünleşmiş Ankara istemediğini ortaya koydu..
Buna karşılık, Polonyalıların yüzde 78’i; İspanyolların yüzde 65’i, İtalyanların yüzde 49’u ve Büyük Britanyalıların yüzde 41’i Türkiye’yi Avrupa bünyesinde görmeyi arzuluyor.
Bu son iki ülkede ‘hayır’ azınlığı oluşturduğu İÇİN onları da olumlu haneye yazdım.
Ama o ‘inatçı gerçek’ ortada, en başta iki ‘baba devlet’inki, AB kamuoylarının Türkiye’ye ‘serin’ baktığı ‘bilimsel’ addedilebilecek bir metodolojiyle ispatlanmış oldu..
* * *
PEKİİ, ‘nihaikarar’a üç gün kala ortaya çıkan bu sonuç karşısında ağlayalım mı?
Yoksa, ‘alçak Avrupalılar’ diye küfrü basıp, yedi sülalesine dümdüz mü gidelim?
Her iki çocukluğu da bırakalım ve ilkin, kamuoyu taramasının satır aralarını okuyalım.
* * *
BİR; malûm, böyle araştırmalar ‘sokaktaki adam’ınsıradan hayatabakışınıyansıtır.
Ve, Fransa ve Almanya’daki olumsuzluk oranlarının fahiş yüksekliği de, en çok sayıda Türk göçmen barındıran bu iki ülkedeki ‘gurbetçi imajı’ndan bağımsız düşünülemez.
Dolayısıyla, sonuç ilkin, hálá ‘avro-Türk’e dönüşememiş o imajı tercüme ediyor.
İKİ;aynı Berlin ve Paris AB’nin ‘sağılan inekleri’ konumunda olduklarından ve her genişleme onların kesesine patladığından, Alman ve Fransız küçük burjuvaların ‘hayır’ında, Ankara’nın ‘kaça mal olacağı’ tasası da tabii ki gayet büyük yer tutuyor.
ÜÇ; İspanya ve İtalya’daki yüksek ‘evet’ oranında hem ‘Akdeniz dayanışması’; hem de Madrid ve Roma’nın yukarıdakiler kadar ‘para babası’ olmaması devreye giriyor.
DÖRT; zaten ‘ada ruhiyatı’yla hep Kıta’dan farklı olmuş olan İngiltere’deki ‘pro Türkiye’ tutum daha ziyade ‘güçlü AB’ projesine mesafeli bakmaktan kaynaklanıyor.
* * *
BEŞİNCİ faktör ise son derece olumlu ve geleceğe dönük bir müjdeyi yansıtıyor.
Çünkü, Katolik Polonya ve Macaristan’da mazideki ‘Türk geliyor’ korkusunun Batı Avrupa’ya oranla çok daha taze olmasına rağmen, buralarda ‘evet’ haydi haydi ağır basıyor.
Ayrıca, İtalyan, Portekiz ve bilhassa İspanyol kollektif bilinçaltlarında ‘Müslüman öteki’ simgesinin yine o Kuzey Batı Avrupa’dan fazlasıyla güçlü olması, ‘Türk’ ve ‘İslam’ tanımlamalarını bu iki yarımada halkları bir ‘engel’e dönüştürmüyor.
Zaten, diğer ülkelerdeki olumsuz cevaplarda dahi ‘din faktörü’ gayet geride kalıyor.
Demek ki, ‘imani aidiyet’ sanıldığından ve üzerinde yazıp çizildiğinden çok daha az bir ‘ayırımcılık unsuru’ olarak algılanıyor ki, buna sevinmemek için aptal olmak gerekir.
Tıpkı, sondaja bakıp‘vah, vah’ diye ağlaşmanın da daniska aptallık olması gibi??
* * *
BİLİNE ki, ‘halk haklıdır’ diye bir kural asla ve asla olmadı. Olmayacak da!
Bu dahi göreceli bile olsa, ‘halk’ın ‘haklı’ tercihi ancak ‘elitler’in ona tüm bilgileri aktarması ve özgür seçim alternatiflerini sunması sonrasında ‘tartışılmazlık’ kazanır.
Oysa, AB elitleri Türkiye konusunda Avrupa halkına bunları ne aktardı, ne de sundu.
Kaldı ki, kıyasıya boğazlaşmış Alman ve Fransızlara 2. Savaş ertesi ‘ortak Avrupa’ya ne dersiniz’ diye sorulsaydı, ‘halk’ her halde ‘derhal, amenná’ yanıtını vermeyecekti.
Dolayısıyla, şimdiki Avrupa ‘elitleri’ de cuma günü aynı sorumluluğu üstlensinler ve kamuoyu sondajlarına sığınıp, ‘halk haklıdır’ mavalını küláhıma anlatmaya kalkışmasınlar!