Paylaş
Yazmasına yazacağım da kasten konunun ciddiyetinden uzak durmak istiyorum.
Bugün cumartesi rehaveti, hafif meşrep satır karalamak daha evlaymış gibime geliyor.
Dolayısıyla, belki biraz ciddiyet arzedecek tek bir cümle formüle etmekle yetineceğim.
Hayati bir Kürt meselesi devasa cüssesiyle orada dururken; zorunlu din eğitimi haklı olarak Alevileri rencide etmeyi sürdürürken; kocca bir YÖK dayatması da varlığını korurken, hükümetin sadece yukarıdaki soruna öncelik vermesi beni fazlasıyla rahatsız ediyor ki, nokta!
Şimdi hemen gayr-ı ciddiyete geçeyim ve de kelime etimolojisinden başlayayım.
FARSÇA köken “dürband”dır. Bizde ne vakit “tülbent”e dönüştüğünü bilmiyorum.
Kelime Kaşgarlı Mahmut’un “Divân-ı Lugâti-t Türk”ünde yer almıyor.
Ama yukarıdaki sözlük pre-İslam devri önde tuttuğundan eksiği doğal saymak gerekir.
Öte yandan, o kadar yıldır sahaf sahaf dolaşmama rağmen Şemsettin Sami Bey’in üç ciltlik “Kâmûs-ı Türkî”sindeki son cilt de bende eksik. Dolayısıyla “T” harfine bakamadım.
Gerçi “D”de “dülbent” mevcut ama orada da “tülbent” göndermesi yapılıyor.
Ancak 16. yüzyılın Kastamonulu Nihâni’si medreselileri “Dânişü faldı, ehli ilm olan / Kaba dülbend ile kabâ” oldu diye tasvir ettiğine, bundan iki sonuç çıkartabiliriz.
Bir; demek ki “tülbent”e dönüşene dek İranî telaffuz Türkçede de hüküm sürdü.
İki; her ne kadar burada erkek mollaların sarındığı bez kastedilse bile, demek ki dini kıyafetle “dürband” arasında bir ilişki, şimdiki “türban”la olduğu gibi önceden de vardı.
SONRA, hangi devirde olduğu tam kestirilemiyor ama kelime Türkçeden Fransızcaya geçerken, bizim yaptığımız deformasyon orada da ve başka bir boyutta tekrarlanmıştır.
“L” sesinin bazı defalar “r”ye kayması kuralına ek olarak Voltaire lisanında “ent” imlâsı “an” diye telaffuz edildiğinden, sözcük Fransevî dilde “türban” şeklini almıştır.
Ve, kumaşın sarılıyor olmasından hareket eden Fransızlar deyimi, Hint’ten itibaren Doğu toplumlarında başa geçirilen “sarık” veya “kavuk” için kullanmaya başlamışlardır.
Fakat iş burada da bitmemiştir. Paris akademisi evrime paralel olarak önce gramatikal bir ekleme yapmıştır. “Başa sarmalamak” anlamındaki “enturbanner” fiilini türetmiştir.
Sonra da, Kıta Afrika’sı hariç ve ta Antiller’den Madagaskar’a, sömürgelerdeki zenci kadınların saçlarına sardığı dokumalı yumak yine “türban” diye vaftiz edilmiştir.
Biline ki bu başlık ve bu kelime şu an dahi, eski kolonilerin artık yarı melezleşmiş olan ve “Kreol” tabir edilen yerli ahalisinde hâlâ kültürel bir simge oluşturur.
ÖTE yandan, pek bir “Şark hayranı” olan ünlü “haute couture” terzisi Paul Poiret yeni icâd ettiği şapkayı yine “türban” diye adlandırmıştır.
Ve moda anında Fransa’yı da kat be kat aşıp iki savaş arasındaki Batı’yı fethetmiştir.
Meselâ, von Sternberg’in ünlü filmi “Morocco”daki efsanevi Marlene Dietrich’in, saçlarını sarmalayan o türbanla partöneri Gary Cooper’ı daha da fethettiği kesin vakıadır.
Sonra rivayet odur ki, eğer Amerikalı şen dul Wallis Simpson, İngiltere Kralı 8. Edward’ı tahttan feragat edecek ölçüde baştan çıkartmayı başardıysa bunu her şeyden önce, tanıştıkları gün başında olan türbanı pek bir aşiftece yana yatırmış olmasına borçludur.
Ve yine rivayet odur ki, Simone de Beauvoir’ın Sartre’ın gedikli sevgilisine dönüşmesinde ve Paris “intelligentsia”nın kraliçeliğini kaptırmamasında, “kunduz” lâkaplı madamın Saint Germain kafelerinde hep türbanla göz kamaştırması belirleyici rol oynamıştır.
Bunlar doğruydu, değildi bilemem ama işte biraz dilbilim, biraz moda, biraz dedikodu derken size gayet hafif meşrep bir türban yazısı döktürdüm ki, cumartesi rehavetine şükredin.
Paylaş