Güz sancısı, tarih sancısı (II)

6-7 Eylül 1955 dehşetini konu alan "Güz Sancısı" filminden yola çıktığım dünkü yazımda, hemen tüm ulus-devletlerin tarihinde "kara sayfalar" olduğunu vurgulamıştım.

Bunun esas nedenini, şöyle veya böyle mutlaka yekparelik peşinde koşan o ulus-devletlerin, özellikle kuruluş aşamasında "öteki"ni reddetmesine bağlamıştım.

Peki, bu takdirde ne yapmak gerekir?

Yani, hem mazide işlenmiş suçları bir daha tekrarlamamanın, hem de genel ifadeyle "çağdaşlaşma" yahut "evrenselleşme" dediğimiz düzeye ulaşmanın yöntemi nerede geçer?

Şüphesiz ki t-a-r-i-h’ten geçer!

***

"TARİHTEN geçer" derken, tabii ki en başta o "kara sayfalar" olmak üzere, söz konusu tarihi yeniden yeniden sorgulamak azim ve iradesini kastediyorum.

Zira, her tarih önce "muzafferler" tarafından yazılır. Bileği güçlü olanlarınki okunur.

Yani, burada bizi ilgilendiren durumda, ulus-devleti kuran ve yerleşik kılan ideoloji onu hem kaleme alır, hem de empoze eder. Metazori dayatır. Sıkıysa şüphelen, sille nakşeder.

Bunda da fazla gocunacak birşey yoktur. Tersi zaten mümkün değildir.

Çünkü, "muzafferler"in "resmi tarih" yerine, yenik düşenlerin de bakış açısını yansıtacak bir "nesnel tarih" sunmaları, onların kendi ayaklarına ateş etmesi anlamına gelir.

Oysa böyle bir "fedakarlık" (!) beklenemez. Beklemek de hayalcilikten öteye gitmez.

Ama yine de evrenseli yakalamak, "kara sayfa"lar dahil tarihi sorgulamaktan; diğer bir deyişle tarihle barışmaktan geçer ki, ulus-devletler lûgatinde buna "normalleşme" diyoruz.

***

FAKAT
, davulun sesi uzaktan hoş gelir. Bu da burada söylendiği kadar kolay değildir.

Zira bir; "muzaffer ideoloji" tarih sorgulamasının hem ulus-devleti çatırdatacağından, hem de inşa ettiği paradigmayı yıkacağından korkar. Bazen haklı, bazen yersiz vehme kapılır.

Dolayısıyla da, "tarihsel normalleşme"ye direnir. Çabaları engeller. Zorla erteler.

İkinci olarak, devlet mekanizması aracılığıyla empoze edilmiş olan "resmi tarih", ister istemez, iki-üç kuşak gibi çok kısa bir zaman süresi içinde geniş kitleleri de şartlandırır.

Başka bir deyişle, resmiyetle gayet uyumlu bir "kolektif hafıza" yerleşiklik kazanır.

Ve yine dolayısıyla, sorgulama girişimlerine karşı bizzat o kitleler tepki gösterirler.

Háttá, şartlandırılma derecesi çoğu defa fanatizm raddesine vardığından, "gayr-ı resmi tarih" hakkında zaten hiçbir bilgisi olmayan "kalabalık", daha da saldırgan davranır.

O halde evet, belirli bir ahlak donanımı, bilgi birikimi ve vicdan namusu gerektiren iş son derece zordur ve "tarihle barışmak" azmi hem "erkán"la, hem "avam"la "bozuşmak" rizikosunu da getirir ki, böylesine zıt bir akıntıya kürek çekmek her babayiğitin harcı değildir.

Ama Allah’tan, burada zaman faktörü devreye girer.

***

ZAMAN faktörü devreye girer, çünkü kuruluş sürecinde "kara sayfa" açmış ve suç işlemiş olan ulus-devletler bir müddet sonra oturaklaşırlar. Muzafferler zaferden emin olurlar.

Dolayısıyla, empoze ettikleri "resmi tarih"in sorgulanmasına; yani "normalleşme"ye daha müsamahalı yaklaşırlar. Háttá bazen, tepeden itibaren özeleştiri yaparlar.

Örneğin Fransa, 1789 Devrim’inde Vande bölgesi halkına karşı uygulanan "katliam"ı nihayet kabul eder. Polonya ise Yahudilerin maruz kaldığı vahşet pogromları için özür diler.

Veya, 2. Savaş ertesi milyonlarca Südet Almanını sürmüş olan eski Çekoslovakya Prag liderinin ağzından, "intikamcı davranmakla gaflete düştük" demek erdemini gösterir.

Ve işte, 6-7 Eylül 1955’deki "Güz Sancısı"nı ancak bir sinema yapıtıyla açığa vuran Türkiye’nin esas sancısı, yukarıdaki türden "tarihi normalleşme" zamanının artık "muzaffer ideoloji" açısından da gelip gelmediği noktasına odaklanıyor ki, buna yarın değineceğim.
Yazarın Tüm Yazıları