EPEY oluyor, bir tatil kasabasındayken bütün kitaplarımı bitirmiştim. Bari Türkçesine de bir göz atayım diye Umberto Eco'nun ‘Gülün Adı’ romanını aldım.
Hayırdır inşallah, anlayamıyorum. Daha doğrusu, şöyle yalap şalap anlamam için dahi bir de Uydurukça - Türkçe sözlüğe bakmam gerekecek.
Oysa, eser İtalyancadan Fransızcaya çevrilir çevrilmez ben bunu Voltaire lisanında su gibi okumuştum. Şimdi nasıl oluyor da anadilimde sökemiyorum?
Tamam, mütercimin de başta belirttiği gibi, Eco'nun kitabı Ortaçağ İsevi dünyasını yansıttığından bize nispeten yabancı bir lugatle harmanlanmıştır.
Fakat bunların ezici çoğunluğunun Türkçede karşılığı var. Bal gibi var.
Ancak dikkatinizi çekerim, Türkçede var, uydurukçada yok!
Her şeyden önce, ‘Gülün Adı’ bizim din kültürümüzü, dolayısıyla varoluş kültürümüzü belirleyen Arapça ve Farsçadan ‘temizlenerek’ tercüme edilemez.
Eğer ‘temizlemeye’ (!) kalkışırsanız, derinliği yansıtamazsınız.
Başka bir deyişle, Kur'an'ın, Tevrat'ın, İncil'in bizde yerleşiklik kazanmış dili olmadan Eco Türkçeleştirilemez. Böyle bir enginlik ıskalanamaz.
Ve evet, tabii ki bu dil Arabi ağırlıktadır. Olması da gerekir.
Zira, kitapta İtalyanca zikredilen hemen tüm deyimlerin karşılığı Arapçada mevcuttur. Mevcuttur, çünkü o Arapça zaten Hristiyanlık coğrafyasına hısımdır.
Artı, dün olduğu gibi bugün de Sami kavim İsevilerinin öz be öz lisanıdır.
Dolayısıyla, Eco'nun Hristiyan kültürü bize ancak, kendi İslami aidiyet kültürümüzden ötürü zaten iyi kötü bildiğimiz Arabi terminolojiyle ulaşabilir.
Ters yönde örneklersek, nasıl ki Muhammedi referanslı bir kitap İsveççeye tercüme edilirken Viking dili değil Latince temel alınır, aynı şey Türkçe için de geçerlidir. Burada ‘arı dil’, marı dil derseniz o dili eşşek arısı sokar.
Nitekim, Türkçe ibadet eden Karamanlı Ortodoksların veya yine Türkçe vaaz dinleyen Anadolu Ermenilerinin ‘Kitab-ı Mukaddes’inde ilk ve gerçek tercümeyi açın, İsevi - İslam ortak paydasını oluşturan Arabi hakimiyet göz çıkartır.
Orada, ‘Gülün Adı’ndaki gibi ‘tansık’ falan denilmez. ‘Mucize’ denir.
‘Erinç’ de mevcut değildir... Ya ‘huzur’, ya ‘sukunet’ yazılır.
Ve ‘Tanrı’ yoktur ‘Rabb’ veya ‘Allah’ vardır, çünkü birincisi pagandır!
* * *
BÜTÜN bunları önceki gün ve dün yayınlanan iki makaleden dolayı düşündüm.
Birincisi, ‘arı dil’ diye diye nüansların tırpanlanıp Türkçenin hadım edilmesinden yakınan; dolayısıyla da bir süre sonra anlaşılmamaktan kaygılanan Metin Toker'in ‘Yazarın Şikayeti Var’ başlıklı o dokunaklı yazısıydı.
Diğeri de, Eğitim Bakanlığı tarafından başlatılacak ‘öz Türkçe operasyonu’ nun (!) çok tartışılması gerektiğini vurgulayan Doğan Hızlan'ın makalesi.
Nerelerdeydik, nereye geldik ve hala nereye gidiyoruz ?
Bana Türkçeden başka tek bir dil gösterin ki, her iki kuşakta bir o dil ‘yenileniyor’ (!) olsun. Kuşakların anlaşabilmesi için ‘tercüman’a gereksin.
Farkında değil miyiz, bu korkunç bir şey! Başka örneği de yok.
Ve, sorunun özü yine dönüp dolaşıp, ancak kendi doğal evriminde ve kendi diyalektik seyrinde değişen dilin sadecene bizim ülkemizde, tıpkı toplum gibi, dış dayatma ve müdahelerle metazori yönlendirilmek istenmesinde düğümleniyor.
Bunun nedeni de, asla ‘sekülerleştirilemeyecek’ dili Türkiye'de illa ve illa ‘laikleştirmek’ iradesinden kaynaklanıyor.
En derin kökende ise çok vahim bir ‘aidiyet inkarı’ travması sırıtıyor.