İşte geçen hafta bugün, bir önceki pazar kaldığım yerden hikayeme tam keyifle devam ediyordum ki, eksik olmayın ama sizlerin de birden boşboğazlığı tuttu.
Yok ‘Devenin nalı, Brüksel’in ortasında da böyle şehir eşkıyalığı olur muymuş’; yok ‘Mağribilere karşı amma da önyargılı davranıyorsun’;yok ‘Göçmen sosyolojisini devirmiş gibi konuşuyorsun’ türü saçma sapan yorumlar yapıp, sözümü balla değil, açıkçası ukalalıkla kestiğiniz.
Eh, altta kalacak değilim ya, tabii ben de size cevap yetiştirdim ve o hikayemin sadedine hálá bir türlü gelemedim.
Nerede kalmıştık?
*
GALİBA, Brüksel bitpazarını o güneş ve aşk dolu pazar sabahı cıvıl cıvıl İrlandalı refakatçimle turladığımızı; sonra, sevgilimi oğullarımla ilk kez tanıştırmak için öğlene doğru otomobile yollandığımızı; tam o sırada da, üzerilerinden bitirimlik akan iki Mağribi yetişkinin etrafı pis pis kolaçan etmesinden işkillendiğimi söylemiştim.
Ancak, sanmıyorum ki bizlere veya otomobilime dokunmayı hesaplıyor olsunlar.
Çünkü birincisi, eh serde hem Osmanlılık, hem de ‘cinnet yılları’nın militanlığı var, öyle ‘Höt’ deyince ‘Buyur, başka şey’ cevabını veren ödleklerden sayılmam. Evvel Allah, postu teslim etmeden önce dişe diş direnecek kadar yürekliyimdir.
Kaldı ki, ızbandut cüsseli olduğumu iddia etmiyorum ama yine de, üzerime yürümeye kalkışacak haytayı iki defa düşünmeye sevk edecek kadar boy bos sahibi olduğum söylenebilir.
Ve çünkü sonra ikincisi, o sıra hurdalıktan zaten dökülen düldül otomobilimin, bırakın yürüttükleri şeylerde ‘sinye’ markalardan aşağısına tenezzül buyurmayan Mağribi serserileri, meteliğe kurşun atan en sefil berduşları dahi cezbedebileceğine ihtimal vermiyorum. Çalsa satamaz, alsa atamaz, háttá, binse ilerletemez.
İçinde yalnız eski püskü bir radyosu var ki, yerinden söküp deminki bitpazarında okutmaya kalkışsalar, sadece tek bir cigaralık ‘kif’ esrarı parasını ancak zar zor çıkartırlar.
O halde álá, şu an kendimi, yavuklumu ve otomobilimi ‘tehlike dışı’ görüyorum.
*
TAMAM da, peki bunların meymenetsiz gözleri böyle fıldır fıldır neyi gözetliyor?
Sokağa bakındım, etrafta öyle ‘av’ (!) olabilecek bir kişi veya ‘mal’ (!) seçemedim. Son kış güneşinin huzmeleri parke taşlarını alabildiğine yıkıyor. Uzaktan uzağa da, dindarları öğle ayinine çağıran bir kilisenin çan sesleri duyuluyor. Zaman durmuş gibi ve eğer köşelere sinmiş iki lumpen bozuntusu olmasa, bu güzelim pazar gününün mutluluğuna tecavüz edebilecek herhangi bir emareye rastlanmıyor.
Üstelik, ben de mutluyum. Arabanın kapısını açarak sevgilimin içeriye girmesine yardım ederken, dudağına küçük, küçücük bir bûse kondurdum.
Oğullarımla tanışacağı için heyecanlı olduğunu fark etmekteyim, başımla Mağribi bitirimleri gösterdim ve ‘Meraklanma, benimkiler bunlara benzemez’ türü bir láf ettim.
Sonra sol kapıyı açıp ben de direksiyon koltuğuna oturdum.
*
OTURDUM ki, ‘Ne demek istedin’ diye sordu.
Ayyy, işte şimdi işin yoksa Kuzey Afrika kökenli ikinci-üçüncü kuşak göçmenlerin lumpenleşme süreci hakkında uzun uzun diskur çek!
Üstelik de elimle koymuş gibi biliyorum, sonunda ‘Sen ırkçısın’ azarını işitecek ve güzelim pazarın içine edilmesine çanak tutmuş olacağım.
Ve de haklı, kızcağızın üzerine gidemem, çünkü o dünyadan kopuk yemyeşil adasında böyle ‘gündelik gaileler’le haşır neşir yaşamıyor. Hümanist eğitimi ve mesleği itibariyle de, benim sırf Mağribi oldukları için dışarıdaki iki serseriden ‘a priori’ işkillenmemi anlayamaz. Fakat inanılmayacak şey, anladı!
Daha doğrusu, bana hiç de ‘ırkçı’ falan demedi ve şüphemi ‘anlayışla’ karşıladı.
Hátta, ben yine mendeburluğu tutan otomobili çalıştırmaya uğraşırken, önce ‘Sorun tabii ki çok derinlerde’ diye eklemeyi ihmal etmeden, Çingenelikle hiç ilgisi bulunmamasına rağmen İrlanda’da ‘seyahat insanları’ denilen ve ezelden beri yerleşik ahaliye baş belásı kesilen göçerler arasında çok uzun müddet sosyolojik çalışma yaptığını; nihayetinde ise kendisinin de pes ederek ‘ümitsizliğe kapıldığını’ söyledi. Bu defa dudaklarını ısırarak öptüm ki, tam o sırada da motor çalışmaya razı oldu.
*
ÇALIŞINCA pencereyi indirdim ve aynayı düzeltip park ettiğim yerden çıkacağım.
İşte, Mağribi yetişkinlerin haksız yere günahına girmişim. Affola!
Hiçbir ‘vukuat’ gerçekleşmedi ve aşk ve güneş dolu pazarın mutluğu devam ediyor. Ve tam o sırada, dışarıdan, birkaç metre öteden, dehşet dolu canhıraş bir ses duyuldu:
‘Vurmaaayın! Vurmaayın! Lütfen vurmaayın!..’
*
KABUL, bu defa sözümü siz kesmediniz ve de çenem düşüp láfı ben uzattım ama n’apim, her halükárda yine yerim bitti. O halde, devamını öğrenmek için gelecek pazara kadar sabredeceksiniz.