Paylaş
BU satırların yazarı da dahil, dünya ahvaliyle az biraz ilgilenen hemen herkes Cuma akşamından beri radyoların saat başında; televizyonların ekran altında, ajansların uyarı flaşında verdiği haberlerle hop oturup hop kalkıyor.
Acaba İsrail ne zaman, nerede ve nasıl vurdu?
Çünkü, Cuma gecesi Tel Aviv'deki diskotekte gerçekleştirilen ve on dokuz masum gencin hayatına mal olan intihar saldırısından sonra, Yahudi Devleti'nin Filistinlere yönelik misilleme yapacağına kesin gözüyle bakılıyor. Bakıyoruz.
Başka bir şey düşünülebilir mi ki?
Zaten kurulduğu günden beri, stratejisini bunun üzerine inşa etmiş ve en ‘güvercin’leri bile ‘dişe diş’ uygulaması etrafında birleştirmiş olan Davudi yıldızlı ülke, şimdi bir de adı ‘Beyrut Kasabı’na çıkmış Şaron Başbakanken ‘itidalli’ davranabilir ve ‘cezai balyoz’u indirmeden durabilir mi?
Mümkünatı yok ve Hızır Aleisselam rüyamda söylese, yine de inanmam...
* * *
OYSA, şaşılacak şey, işte duruyor. Şu ana kadar ‘cezai balyoz’ inmedi.
Tedhiş eyleminden beri neredeyse yetmiş iki saat geçmiş olmasına rağmen, dün öğlen ben bu satırları yazarken, radyo bültenlerinden, ekran flaşlarından, ajans telgraflarından ‘Tshal’ tanımlı ordunun misilleme gerçekleştirdiğine ya da gerçekleşirmekte olduğuna dair bir haber ‘akmamıştı’.
Bana sorarsanız, fırtınadan önceki sessizlik yaşanıyor. Zaten belki de siz sabah gazeteyi açtığınızda böyle bir haberle karşılaşmış olacaksınız...
Ama yine de böyle bir ‘yavaştan alma’ tercihi üzerinde durmak gerekiyor.
* * *
EN önce şunu vurgulayarak başlayayım: Hangi ‘kutsal dava’ adına olursa olsun; Filistinlilerin yüreği hangi acılarla dağlanırsa dağlansın; intihar saldırısı hangi ‘umutsuzluk stratejisi’yle bütünleşirse bütünleşsin, bırakın ‘hoşgörü’yü ve ‘anlayış’ı, her terör eylemi karşısında en sert ahlaki tepkiyi göstermek ve onunla asla uzlaşmamak bir insanlık görev ve yükümlüğüdür.
Terörün iyisi kötüsü, doğrusu yanlışı, haklısı haksızı yoktur ve olamaz.
Dolayısıyla, Tel Aviv saldırısını düzenleyenlere lanet... Bin lanet...
Ancak, tedhişçilik yöntemini toptan reddeden ve lanetleyen bu insani yükümlülüğümüz, sorunun özünü gözden kaçırmamızı engellememelidir.
Buradaki öz de şudur: İsrail'in güvenilir sınırlar içindeki devlet varlığı tabii ki tartışılması dahi abes meşru bir haktır ama, strateji ve taktikteki muazzam yanlışlara ve yarım yüzyıldır heba ettiği fırsatlara rağmen, Filistin halkı o İsrail tarafından mağdur bırakılmıştır. Bunu ıskalarsak, aynı insani yükümlüğümüzü öteki boyutunu oluşturan hakkaniyetçiliği de ıskalamış oluruz.
Bin defa doğru, hiçbir ‘mazaret’ diskotek katliamını onaylatamaz.
Fakat, hiçbir misilleme de Yahudi Devleti'nin bugüne dek uyguladığı ve muhtemelen uygulayacağı ‘cezai balyoz’ politikasını da onaylamaz.
Üstelik, genelde şiddet; özelde de terör - karşı terör süreci bir kısır döngüdür. Bir müddet sonra kimin, neyi, nasıl, niçin başlattığı unutulur.
Ve eğer hasım ‘usta’ysa, Tel Aviv vahşetindeki gibi ‘tiyatrovari’ bir olayın yarattığı haklı tepkiden yararlanıp bir taşla bir kaç kuş da vurabilir.
Yani, Ariel Şaron önce bir süre ‘itidal’ göstererek, ‘kasap’ lakabının haksız olduğu imajını uyandırmaya çalışır; bu arada Yaser Arafat'a ültimatom vererek, hem onu kendi kitleleri nezdinde ‘frikikte bırakır’, hem de intifada' yı dizginlemek manevrasında ciddi bir adım atar; nihayetinde de belki bugün, belki yarın ‘misilleme balyozu’nu indirerek, bir yandan zaten çoğunluğu bunu isteyen Yahudi kamuoyunu tatmin eder, diğer yandan da asla ve asla inanmamış olduğu ‘müzakere süreci’nden yağdan kıl çeker gibi sıyılmış olur...
Biline, tedhişçiler aslında hasım tedhişçilere hizmet eder...
Paylaş