HADİ bu defa kendimizi fasulye gibi nimetten saymamış olalım ve de şimdilik Türkiye’ye hiç değinmeden, son derece nesnel bir biçimde şu soruyu soralım: Yeni Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin genel bir Avrupa projesi var mı? Láfa bakarsanız, eh işte káğıt üzerinde var!
* * *
ŞÖYLE ki, bir; Paris, Berlin, Londra, Roma, Madrid ve Varşova’dan oluşacak ve AB içinde "esas rolü" oynayacak bir "çekirdek AB"den söz ediyor. İki; Topluluk Anayasası’nın reddedilmesinden sonra, çok fazla derine inmeyen ve kurumları iç bünyede reforme etmeyi hedefleyen "light" bir değişim öneriyor.
Ve nihayet üç, ekonomide liberal ve siyasette Atlantikçi bir Avrupa Birliği’ni savunuyor gözükmesine rağmen, "Fransız hassasiyetli" (!) himayecilikten dem vuruyor. Bunlar çelişkilidir ve de olmayacak duaya amin demekten başka bir şey değildir.
* * *
ÖYLEDİR, çünkü hadi "çekirdek AB" hipotezinin zaten on beş yıldır tartışıldığı ve bunun da "küçük üyeler"i fena halde "işkillendirdiği" gerçeğini şimdilik bir yana bırakalım.
Tamam da, Sarkozy’nin "altı başkentli çelik Avrupa" retoriği, yine kendisinin dile getirdiği diğer iki öneriyle aslında tamamen zıtlaşıyor.
İnsaf, hem böylesine ciddi bir "çekici motor"dan söz edeceksiniz, hem de "gevşek" Avrupa için "light" ve kozmetik "düzeltmeler"le yetineceksiniz.
Hem iktisadi liberalizm ve siyasi Atlantikçilik isteyeceksiniz, hem de geçmişin de Gaulle’cü diskurunu sahiplenip "Fransız hassasiyetli" (!) bir korumacılık önereceksiniz.
Washington’a "yakınlık" konusunda bugünkü Almanya, İngiltere ve Polonya hükümetleriyle aynı çizgide olacağınızı varsayalım, peki de, söz konusu üç devletin ekonomik himayeciliği reddeden yaklaşımlar benimsemesini AB bünyesinde nasıl çözümleyeceksiniz?
Berlin Şansölyesi Merkel ve Londra lideri Blair’le "pro ABD" eksende buluşsanız dahi, "açık pazar" konusunda aynı Merkel’e; "çekirdek öncü" ve başta Türkiye olmak üzere de, genişleme konularında aynı Blair’e yüz seksen derece zıt düşmeyecek misiniz?
Dolayısıyla, tekrarlıyorum, popülist siyasetçi Nicolas Sarkozy, zaten Fransa seçim kampanyası sırasında diş kovuğuna kaçacak kadar bir yer tutmuş olan Avrupa perspektifinde de ufuktan yoksundur ve "fikirler"inin (!) pratiğe uygulanması hemen hemen imkánsızdır.
* * *
NİCOLAS Sarkozy’nin "Amerikancılık"ını; háttá, daha aday olmadan önce ve sırf cevaz alabilmek için resmen elini öpmeye gittiği; zaten de kendisini bizzat telefonla arayarak ilk tebrik eden ABD Başkanı’na endeksli "Bush’perestlik"ini yukarıda kasten vurguladım. Çünkü, Türkiye’nin de onun bu "zaaf"ını (!) gayet iyi kullanması gerekiyor.
Yani, geçmişte olur olmaz devreye sokulduğu için AB başkentlerinde tepki çeken o geleneksel "Amerikan kartı"nı, Ankara diplomasinin işte tam burada oynaması gerekiyor.
Maháret odur ki, tabii ki hem gerek diğer AB ülkeleri; gerekse, İlter Türkmen Usta’nın dün belirttiği gibi, Fransız iş çevreleri üzerinden de Sarkozy’nin "anti Türkiye" yaklaşımını "yontmaya" çalışacaksınız; hem de "sessiz ve derinden" bir biçimde "Sam Amca"ya, "senin şu Paris’teki yeni kopili biraz hizaya sok" diyeceksiniz.
* * *
TEKRARLIYORUM, ne AB, ne de Ankara şu an Fransa gündeminde öncelik taşıyor. Artı, Sarkozy’den sonra aynı Fransa genel seçime gidiyor ve çıkacak tablo bilinmiyor. Daha artı, Türkiye’ye gelene kadar Topluluk’un önünde dağ gibi sorunlar duruyor. Dolayısıyla, Paris’teki yeni "bodur başkan"ı şimdiden çok dert etmeyelim ve her halükárda da, Brüksel parkurunun o Paris’ten değil Ankara’dan başladığını asla unutmayalım.