'ÖZRÜ kabahatinden büyük' denir ya, işte şu dehşet 'fişleme' skandalına ilişkin olarak yapılan Genel Kurmay açıklaması da aynen böyle bir nitelik taşıyor.
Çünkü, 'bazı hususların düzeltilmesi maksadıyla gerekli inceleme başlatılmıştır' türü elastik cümle hariç, açıklamanın özü aşağıdaki ifade odaklandı: 'Önceden planlama yapılması bir ihtiyaçtır'!
Günlük dile tercüme edelim, bu iş 'rutin'dir, 'olağan'dır, 'sıradan'dır...
* * *
HAYIR, değildir! Ne 'rutin'dir, ne 'olağan'dır, ne de 'sıradan'dır!
Daha doğrusu, böyle olmaması gerekir! Tabii, eğer demokraside yaşıyorsak...
Hükümetin 'mimleme - fişleme' talimatından haberi olmadığına ve böyle bir talebi bulunmadığına; üstelik, açıklamasının aksine, 5442 sayılı İl İdare Yasası bu tür yetki tanımadığına göre, demek ki o 'planlama'yı ve o 'ihtiyaç'ı ordu belirlemiştir.
Yani Türkçesi, 'cihet-i askeriye' hukuken bağımlı olduğu ve olmak zorunda olduğu sivil iktidardan bağımsız olarak hareket etmektedir.
Zaten Allah rızası için, kendi kendimizi kandırmaya çalışarak şu sessiz sedasız 'üç maymunlar'ı oynamayı bırakalım, hepimiz biliyoruz ki meselenin özü buradadır.
* * *
ÖYLE, çünkü 'fişleme' buzdağının yalnız su sathındaki kısmını yansıtıyor.
Sorun çok daha derinde yatıyor ve 'ordu - sivil' ilişkisine odaklanıyor.
Zira, 'iyi saatte olsunlar' diye açıkça telaffuz etmekten korksak da, bir bölüm TSK mensubunun kendisini hükümet üstü; dolayısıyla yasa ötesi gördüğünü biliyoruz.
Yoksa, hadi 'Ku Klux Klan''a gülelim ama, Çerkes kökenlileri dahi kim 'kara deftere' yazmaya kalkışabilirdi? Hangi hukuk devletinin ordusu buna cüret ederdi?
Antrparantez hemen şunu ekleyeyim, yukarıdaki etnik bölücülük bana, Lozan'a da katılan ama Gazi'nin pragmatizmiyle zıtlaşıp ülkeyi terkeden Rıza Nur'u hatırlattı.
Taine ve Gobineau'nun pozitivist 'üstün ırk' hastalığından muzdarip olan bu tabib efendi bir yandan elindeki pergelle kafatası ölçerek kimin 'has Türk' olduğuna karar verirdi; diğer yandan da müthiş bir Çerkes ve Arnavut düşmanlığı körüklerdi.
Ah Büyük Kemal, seksen yıl sonra ve de senin adına tekrar nereye gidiyoruz!
* * *
SONRA, ordunun kendini 'özerk' hissetmesini her gün yaşamıyor muyuz?
Eski MGK paşasının külhanbey meydan okumalarından, ha bre 'demeç patlatan' generallere; veya 'AB ve NATO'dan çıkalım' buyuran 'Atatürkçüler'i (!) alkışlayan en üst düzey komutanlara, hükümetin olduğu kadar ülke çoğunluğunun da özlemlerine zıtı 'sinyal çakan' bir 'cihet-i askeriye'yi an be an görmüyor muyuz?
Bu ultra marjinal avenenin hanidir 'ordu şakşakçılığı' yapması raslantı mı?
Üstelik, palavrasyonun böylesine pes, onların mimlemeyi 'ama aynı şey AB ve ABD'de de var' diye sahiplenmesi, bıyık altından gülüp geçilecek bir olay mı?
* * *
HAYIR, hayır, hayır !
Taşları yerine koyarsak ülkemizde şu an, siyaset lugatinde 'Bonapartizm'den 'militarizm'e uzanan ve kendi 'lonca ittifak'ı dışında herkesi potansiyel düşman sayan 'statüko ordusu'yla, sivil dönüşüm dinamiği arasındaki zıtlaşma yaşanıyor.
Mimlemenin de, fişlemenin de, şişlemenin de özü budur ve gerisi laf-ı güzaftır.