YAZININ ikinci bölümünde değineceğim itirazlara baştan kayıt koyduktan sonra, "Ergenekon" sürecine ilişkin olarak en, en önce şunu saptayalım:
Karar verilmiştir! Çoktan verilmiştir!
Hem kamuoyu vicdanı, hem de bilhassa siyaset diyalektiği tarafından verilmiştir.
Yani, soruşturmadaki vahim ihlal ve zaaflara rağmen, nihai yargıç hükmü ne olursa olsun, demokrasi tarihimizde tarihi bir viraj oluşturan bu dava şimdiden sonuca ulaşmıştır.
Yüzde doksandokuz virgül doksandokuz ulaşmıştır ve "öz" budur!
***
BURADAKİ "sonuç" ve "öz" kelimeleriyle, modern veya post-modern askeri darbe, müdahale ve "yönlendirme" defterinin tekrar açılmamak üzere dürülmesini kastediyorum.
Çünkü, "Ergenekon" soruşturması sayesinde, politik ve sivil hayatımızın bu ezeli, bu habis, bu kanserli uru sağlıklı gövdeden nihayet ayrıştırıldı. Morgdaki çöp tenekesine atıldı.
Hem uzman hekim, hem de hasta yatağı bulunamadığı için bugüne dek hep ertelenmiş olan cerrahi operasyon zehirli hücreleri öyle temizledi ki, bundan böyle Türkiye’de darbenin "d"sini ağzına almaya yeltenen balgamla bile değil, tükürükle boğulmaya mahkûmdur.
Toplumsal bağlamda bundan daha büyük bir "öz" ve "sonuç" düşünülebilir mi?
***
ÖTE yandan, "Ergenekon" süreci yukarıdaki "mutlu son"a, "happy end"e doğru ilerlerken, soruşturmanın şifa bisturisi, burnundan kıl aldırmayan apoletliler dahil, daima "dokunulmazlık" zırhıyla donatılmış olanlara da ilk kez değmek cesaretini gösterdi.
Artı, toplu mezar kemiklerinden silah gömüsü arkeolojisine, o "dokunulmazlar"dan bir kesimin ne haltlar çevirdiğini ve çevirmeye muktedir olduğunu açıkça gözler önüne serdi.
Daha artı, ricál ve statüko ideolojisiyle eklemleşmiş bu kifayetsiz muhterislerin hangi pespaye kişiliklerle kol kola girmekten utanmadığını ve çekinmediğinin gün ışığına çıkarttı.
Ve bütün bunlar, söz konusu ideolojinin ipliğini tamamen pazara çıkarttı.
Dolayısıyla da, ona tapanların "dönülmez akşam ufku"nda dahi vakti geçirdiklerin ve artık o "dönülmez akşam"ın son fecrine vardıklarını Türkiye halkına müjdeledi.
Evet, sonuca yüzde doksandokuz virgül doksandokuz oranında ulaşan "Ergenekon" davasında karar çoktan verilmiştir ve hüküm "ebedi kürek mahkûmiyeti" olmuştur.
Ancaak!
***
ANCAĞI şu ki, yukarıdaki sürecin başladığı andan beri ısrar ve tekrarla vurguladığım gibi, yazının başında "ihlal" ve "zaaf" sözcükleriyle zikrettiğim faktörler sonsuz hayatidir.
Zira, "usûl" hukukta "öz" kadar önemlidir. İkincisi birincisinden asla soyutlanamaz.
Oysa, bu "usûl"e ilişkin çok, çok vahim gelişmelerden hangi birini sayayım ki?
***
"SUÇ sabitleşmedikçe zanlı masumdur" ilkesine rağmen, muazzam bir fütursuzluk ve vicdansızlıkla her zanlının "a priori" suçlu olarak sunulmak istenmesini mi?
Mahremiyete de tecavüz eden hoyrat yöntemlerinin vakka-ı adiyeye dönüşmesini mi?
Soruşturmanın gizliliğine rağmen bunun Mahmutpaşa işportasına düşmesini mi?
Serbest yargılanabileceklerin cezaevinde tutularak hayatlarının çalınmasını mı?
İdeolojik akrabalığa rağmen organik birlikteliği çok, çok su götürür insanları bile sanki "Gladyo" artığı çeteci ve mafyacılarla aynı kefedeylermiş gibi sergilemek aymazlığını mı?
Hayır hayır, hem hukuk kavramıyla, hem insan haklarıyla zıtlaşan bu "usûl" ihlal ve zaafları asla onaylamayacağı gibi, bunlar "Ergenekon"daki o haklı, o meşru, o sivil "öz"ü de gölgeler ve gölgeliyor ki; yüzde doksandokuz virgül doksandokuz müebbet kürek cezasına çarptırılmış otoriter bir mazinin "mağdur" pozuna bürünmesine zemin hazırlar ve hazırlıyor.