Önce nutkum tutuldu. Susakaldım. Öylesine afalladım ve öylesine şaşırdım ki, bir müddet tepki veremedim. Yatağımın altında, hin-i hacette hırlıya hırsıza karşı kullanmak için sakladığım ve halis gürgenden tornalanmış kocca bir beyzbol sopası duruyor. Acaba hiç konuşmadan onu kapıp ve Yaradan’a sığınıp üzerine mi yürüsem?
Baba-oğul karşılıklı oturmuş ve paşa paşa, onun CD’ye koyduğu çok eski rockları dinliyorduk. Galiba da Cevdet Kerim’in "Garp Cephesi Hatıratı"nı karıştırıyordum.
Aniden, birdenbire, hiç yoktan, "dövme yaptırtacağım" dedi.
Yanlış anladım sandım. Tekrarlattım. Tekrarladı. Bir daha tekrarlattım. Ve, işte o an çıldırdım. Delirdim. Tansiyonum yükseldi, şekerim çıktı, yüreğim çarptı.
Fakat, önce nutkum tutuldu. Tek kelime telaffuz edemedim. Susakaldım. Öylesine afalladım ve öylesine şaşırdım ki, bir müddet tepki veremedim. Sonra da, derhal iki seçenek arasında bocaladım.
Bir; yatağımın altında, hin-i hacette hırlıya hırsıza karşı kullanmak için sakladığım ve halis gürgenden tornalanmış kocca bir beyzbol sopası duruyor.
Acaba hiç konuşmadan onu kapıp ve Yaradan’a sığınıp üzerine mi yürüsem?
Doğru, kazık kadar oldu. Kazık kadar ne kelime, ızbandut kadar oldu.
Ama evvel Allah, babası da hálá bilek ve pazu kuvvetini koruyor.
Kafa göz ve taş-taşak dinlemeden öyle bir giriştiğim resmidir ki, salondan antreye, antreden kapıya ve kapıdan da merdivene kaçana dek pestilini çıkartırım. Canına okurum. Yaşı on dokuza, mon dokuza gelmişmiş! Bana ne, dinlemem ve de leşini sererim.
Haftalarca, belki aylarca kalacak çürüklerini de "dövme" diye tepe tepe kullansın! Doğduklarından beri dört çocuğumdan hiçbirine tek fiske vurmamış olmama rağmen, işte bu defa siftahı bozmuş olurum.
BİR DE GAMALI HAÇ KONDUR!
İkincialternatifi ise, asla ve asla her hangi bir tartışmaya girmeden, aşağı yukarı şunları söylemek oluşturuyordu: "Ez kázá böyle bir herze yediğin takdirde derhal pılını pırtını toplayacak ve bir daha bu kapıdan içeri adımını atmayacaksın. Aksi takdirde ayaklarını kırarım."
Tabii, "Bundan sonra da benden tek kuruş yok! İster üniversiteye devam et; ister annenle beraber yaşa; istersen de ’dövme’ni teşhir ederek dilencilik yap, zerre kadar umrumdaysa namerdim. Başının çaresine bak ve de pederine güvenmeyi defterden sil" diye eklemeyi unutmamak gerekiyor.
Çünkü, benim "dövmeli" bir oğlum olamaz, olursa da ben onun babası olamam. Evetolamam! Olmam! Aksi mümkün değildir!
Ne hacet, bári Antalya’nın sakallı meczûbu gibi bir de alnına iki başlı Zülfikár kılıcı çiziktirtsin. Altına da "lá fata illá Ali, lá saif illá Zülfikár" diye yazdırtı mıydı, oh keká!
Allah bilir, mahdum beyime rastlayacak kişi Uhud Savaşı cengáveriyle karşılaştığını sanarak, "aman benim kellem de uçmasın" korkusuyla sokağın ortasında secdeye varır.
Yahut da, oğlum olacak o koca bebek, mafya reislerine "koçum"lu "özlem" (!) ifadelerinden ve "Ergenekon" çetelerine "istihbári yakınlığı"ndan (!) tanıdığımız şu "ulusalcı" hanım "yazar" (!) gibi, omzuna koskoca bir gamalı haç dövdürtsün. İş ortaya çıkınca da, hiç utanmadan ve hiç kızarmadan milleti enayi yerine koyar. Pişkinliğe vurup bunun aslında bir "Öz Türk" (!) simgesi olduğunu iddiaya yeltenir.
Özrü kabahatinden ve yalanı cürmünden büyük, bozacının şahidi şıracı misáli de, "ispat" (!) sunmak için, Hitler perçemli ve Nazi sicilli Nihal Adsız rumuzuna düzenlenmiş internet bloğu zırvalarını "delil" (!) diye gösterir.
Yok yok, benim asla böyle bir evládım olamaz! Ve dediğim gibi, eğer olursa da, genetik bir yana, ben onun r-u-h-e-n babası olamam.
İşte,esas ve temel gerekçelerine daha sonra geleceğim nedenlerden ötürü, zürriyetimden inen ve soyumu sürdürmesini beklediğim çocuk damdan düşer gibi "baba, dövme yaptırtacağım" deyince, bir müddet bocaladıktan sonra, ben ikinci şıkkı seçtim. Eh, serde Tophanelilik raconu ve militanlık tecrübesi var, biliyorum ki elim ağırdır.
Dolayısıyla, beyzbol sopasının bana daha sonra büyük vicdan azábı çektirtecek vahim bir kazaya yol açabileceğimi düşünerek şimdilik bu seçeneği bir kenara bıraktım.
Yani "kötek"ten önce, hemen hemen kelime kelimesine, yukarıda zikrettiğim ve hiçbir şekilde tartışılmasına imkán bırakmadığım "tekdir"i tebliğ ettim.
Bir de, "bu tür şeylere ancak ’akıl çağı’yla birlikte karar verilebilir" diye ekledim. Beyimizde çıt yok! Sustuk! Tek láf etmiyoruz!
Sonra hışımla yerinden fırladı ve o eski rock parçasını fırlatıp bu defa avaz avaz "hard rock" haykıran başka bir CD koydu. Aparatın düğmesini de sonuna kadar çevirdi.
Ardından, yine hışımla salondan çıktı ve çaaat, dış kapıyı da çarparak evi terk etti.
Ben de yerimden kalktım, mereti durdurdum ve yerine bir Bach kantatı sürdüm.
"Dövme sevdası"na kapılan moda budalası bir oğulla, aynı çatı altında yaşadığı müddetçe buna asla izin vermeyecek "gerici" (!) ve "muhafazakár" (!) bir baba arasındaki kavganın "ilk raund"u böyle bitti.
Farkındayım, şimdi bazıları beni sonsuz ayıplayarak; hatta álenen "pederşáhi bir despot" olmakla suçlayarak üçüncü bir seçeneğin de olduğunu iddia edecektir.
Yani, estetik kıstaslar; dışavurumcu psikanalizler; buhranlı ergenlikler; tarihselci süslenmeler; postmodern hezeyanlar konusunda enine boyuna bir tartışmaya girmenin ve bunların sentezi sonucunda da, oğlumla "ortak karar" almam gerektiğini söyleyeceklerdir.
Álákanıza teşekkür ederim, okuma yazmam ve az buçuk mürekkep yalamışlığım var! Artı, eh dört evlát sahibi olduğuma göre çocuk yetiştirmek konusunda teorik ve pratik pedagoji birikimim de var ki, dolayısıyla bunların hepsini bendeniz de biliyorum.
Zaten de bildiğim içindir ki "ilk raund" tepkim böyle oldu.
Neden böyle olması gerektiğini ise gelecek pazarki "ikinci raund"a bırakıyorum