PAZARTESİ, 26 Haziran: Koca haftam var. Biraz daha geç kalktım. Tıraş olmadım.
Dolayısıyla, hem kahveye daha geç gittim, hem de gazeteleri teğetlemesine geçtim.
Ama Ergin Ardıç’ın burjuva kültürü ve Türk burjuvazisi hakkında yazmış olduğu makale gerçekten bir başyapıttı. Kestim ve arşive koydum.
Bildiğim kadarıyla, Türkiye’de "philistin" kelimesini enine boyuna açıklayan; daha doğrusu, çok anlaşılır bir şekilde "vülgarize eden" ilk entelektüel sıfatını kazanıyor.
O, "zevksiz", "kaba" diye çevirmiş ki tam doğru ama, acaba daha "kitabi"si var mı?
Marangozda rafları kestirdim ve sonra evde tutkalladım. Kurudu. Hiç de fena olmadı.
Yarın kütüphanenin en üstünden başlayacağım.
*
SALI, 27 Haziran: Altı günüm kaldı ve başlayamadım. Uyumadım.
Bütün gece Ernest Junger’in "Mermer Falezler Üzerinde"sini ikinci defa okudum.
Biraz da "Yolculuklar"ına göz attım. Ne muazzam bir yazar!
Batı’daki "sağ intelligentsia" geleneğinin devása boyutunu, bizim "sol" (!) münevveranın taş kafasına nasıl sokmalı?
Kahveden dönünce bütün gün kütüphanenin karşısında cigara içip, yeni tanzimatı nasıl yapacağımı planladım. Fotoğraf makinesiyle de şimdiki rafları teker teker yakın plan çektim.
Ne kolaylık! Hemen bilgisayara aktarıp detayları bile görebiliyorum.
Akşam M. telefon etti ve gelip gelemeyeceğini sordu. Yalnız kalmak istediğimi söyleyince de çok kızdı. "Beni odalık gibi kullanıyorsun" diyerek ahizeyi suratıma kapattı.
*
ÇARŞAMBA, 28 Haziran: Beş günüm kaldı ama bugün her şey yolunda gitti.
Cem öğleden sonra "baba, lise diplomamı pekiyi dereceyle aldım" diye çok nötr bir sesle telefon edince sevinçten uçtum. "Niye haykırmıyorsun" diye de serzenişte bulundum.
Şimdi artık iki oğlum da üniversiteli oldu ve umarım sırtları asla yere gelmez.
İnternetle hemen para ve SMS’le de, "sabaha kadar kafayı çek" diye mesaj yolladım.
Fakülte seçimi işi kaldı ki, Allah vere de annesiyle çıngar çıkmasa?
Altı miligiram iki hap sayesinde gece çok iyi uyumuştum ve garip, sabah dinç kalktım.
Çabucak kahveye gidip gazeteleri okudum. Döner dönmez de kütüphaneye başladım.
Tek pürüz, rafları biraz yüksek kestirdiğim için tavana sığmamalarından kaynaklandı.
Testereyle tekrar iki santimetre kısaltacağım diye kolum bitáp düştü.
Hepsinde son üst üç rafı ve sağdaki birinci ve ikinci kütüphaneleri olduğu gibi indirdim.
Şimdi salonda ayak basacak yer yok ve Fransızca romanlarla, mimari, müzik ve İstanbul kitaplarında, alfabetik yazar sırasına göre bütün tasnifi bitirdim. Çok toz çıktı.
*
PERŞEMBE, 29 Haziran: Zahir yorgunluk, ıvır zıvır dergilere göz attıktan sonra yine çok iyi uyudum. Oysa tek hap almıştım. Tatil yavaş yavaş azalıyor, dört günüm kaldı.
Sabah kahveye gitmeden önce marketin de açış saati gelsin diye hafiften oyalandım.
Kirazlar çok güzeldi, bol aldım. Kadının istediği beş litrelik javel bidonunu da aldım.
Dönüp, üçüncü ve dördüncü kütüphanelere "hücum ettiğimde" ise, tozu temizlemeye kalkışınca, elektrik süpürgesindeki torbanın dolduğunu ve yedeğinin bulunmadığını fark ettim.
Çok canım sıkıldı. Mecburen tekrar otomobile atladım. Yenilerini edinmek için tá cehennemin öte bucağındaki firma servisine gitmek gerekti ki, gün tamamen piç oldu.
Dönünce hiçbir şey yapmadım. Kanepede kitaplardan az yer açtım ve habire tv kanalı değiştirdim. Programlar hep mi böyle abuk sabuk; yoksa öğleden sonraları mı, bilmiyorum.
Akşam iner inmez de bara yollandım. İki kallávi viski içtim. Doktor duymasın!
M.’nin mesajına cevap vermedim ve gece kiraz yiyerek yelken dergilerini okudum.
*
CUMA, 30 Haziran: Üç günüm kaldı ve kütüphaneyi mutlaka bitirmem gerekiyor.
Kahveden hemen sonra kolları sıvadım ve cigara molaları hariç, gece oniki- bire kadar hiç durmadım. Bu arada, Bach’ın bütün kantatlarını dinlemekten gına geldi.
Salonda milim yer kalmadığı için de boşalttığım yeni raf kitaplarını antre ve mutfağa taşıdım. Tavandan parkeye şimdi bütün kütüphane tam takır ki, yarın istife başlayacağım.
*
CUMARTESİ, 1 Temmuz: Berbat gün, başlayamadım. Üç tane hap almama rağmen gece gözümü kırpmadım. Tam içim geçerken de uzun uzun zil çaldı ve çat kapı, M. zuhur etti.
Elinde ayçörekleriyle "barışmaya" (!) geldiğini söyledi ama ilk işi göz ucuyla yatak odasını kolaçan etmek oldu. Başka kadın mı var diye sözümona çaktırmadan denetliyor.
Kibar olmadı ama n’apim, "çok işim var, hafta sonuna falan gidemem" diye hemen savdım. Kasten tıraş oldum ve yüksek tonda rock dinleyerek, duşun altında uzun uzun kaldım.
Kahvede beş tane espresso içip eve döndükten sonra da hiçbir şey yapmadım.
Bütün cumartesiyi huzursuz bir aylaklıkla yatakta geçirdim ki, kaos olduğu gibi kaldı.
*
PAZAR, 2 Temmuz: Bitti. Kütüphane de bitti; ben de bittim ve en kötüsü, tatil bitti.
Çok erken kalktım. Kahveye gitmedim ve ilkin kronolojik sıraya göre Ortaçağ, Bizans, Osmanlı, Cumhuriyet tarihleri; sonra da, yine kronolojik sıraya göre, felsefe, sosyoloji, antropoloji, teoloji, dilbilim kitaplıklarını mükemmel biçimde yerleştirdim. Öğlen oldu.
Telefonla pizza ısmarladım ve hiç ara vermeden diğer kütüphaneleri tasnife geçtim.
Akşama doğru yine yer kalmadığını fark ettim ama bu defa umurumda bile değil!
Moskova - Pekin - Tiran baskısı tüm reelsosyalizm kitaplarını; Soğuk Savaş dönemi kurumsal yayınlarını; hatta, çifter sözlük ve ansiklopedilerin ilk baskılarını bodruma indirdim.
Sen sağ, ben selámet kütüphane hem matematik düzene kavuştu, hem de ferahladı.
Kutlamak için geç saatte Sinan ve Cem’e telefon edip "beraber yemeğe gidelim mi" diye sordum ama, "baba şu var, bu var" diye savsakladılar. Ben de üstelemedim.
Yorgun argın lokantaya kadar yürüdüm ve tesadüfen bahçede yer buldum. Yarım şişe şarapla birlikte biftek yedim. Hoş bir kadınla göz göze geldik ama, yarın işe başlayacağım.
Kütüphane bitti, tatil bitti ve de işte hem tatil defteri, hem defter tatili bitti.