FRANSIZCADA "dadası olmak" diye bir deyim vardır. Daha doğrusu, vardı.
Çünkü, ölüyor. Her yaşayan dilde olduğu gibi, miadı dolduğu için artık can çekişiyor.
Oysa geçmişte öyle "moda"ydı ki Anglo-Sakson ve Slav lisanlarda bile yer edinmişti.
Her halükárda, buradaki "dada" sözcüğü, kısmen gerçeküstücülükle de kesişen ve 1. Harp ertesinde geleneksel ekollerle köprüleri atan, aykırı bir sanat akımından kaynaklanır.
Tabu yıkıcı bu akıma "dadaizm" denilmiştir ki, Tristan Tzara’dan Andre Breton’a ve Max Ernest’ten Paul Eluard’a, pek çok 20. yüzyıl sanatçısı onunla az çok flört etmiştir.
* * *
NE dana, ne dama, bu "dada" hiçbir şey demek değildir. Anlamı manlamı yoktur.
Rivayet odur ki, Zürih’teki bir meyhanede buluşan kurucular kafayı tütsüledikten sonra lûgati gelişigüzel açmış ve çıkan sayfadaki ilk iki heceyi kendilerine vaftiz ismi seçmişlerdir.
Sonra, henüz yeni gelişen psikanalizin bilinçaltını da işleyen bu "dadacılar" aykırılığı medyatik kılabildikleri içindir ki, gel zaman, git zaman, "dadası olmak" deyimi türemiştir.
Moda ya, "dada"m aşağı, "dada"m yukarı, sözcük dil pelesengi edilir olmuştur.
* * *
BU deyimle, neredeyse aráza dönüşmüş bir uğraş, bir merak, bir saplantı kastedilir.
Biraz İngilizcenin "hobi"siyle benzeşir ama, "dada"daki vurgulama daha derindedir.
Örneğin, keyif verdiği için evde taka-tuka yapmak; masada koleksiyon pulu onarmak, yahut denizde filika küreği çekmek "hobi" kategorisine girer. Fakat, gerçek "dada" olmaz.
Olabilmesi için, merakın had safhaya varması ve "beyni" içerik taşıması gerekir.
Meselá, durmadan topladığınız ûd partisyonlarının ve taş plaklarının üzerine hastalık derecesinde titrer; artı, o ûd ağacından, üstád biyografisine her şeyi en ince ayrıntısına kadar bilmek, öğrenmek ve edinmek ihtirasıyla yanıp tutuşuyorsanız, burada "dada" var demektir.
İşte, benim de böyle bir "dada"m var!
* * *
BUNU, otoritarizmlerin ve totalitarizmlerin tüm maddi ve ruhi kökenlerini öğrenmek, dolayısıyla da onların bugünkü varyantlarını sezinlemek ve açıklamak uğraşı oluşturuyor.
Ve hiç şüphesiz ki, gayet kitabi olan bu "takıntı" ve "saplantı", "cinnet yılları"nda kendimin de aynı otoritarizm ve totalitarizmlerle gerdeğe girmiş olmasından kaynaklanıyor.
Başka bir deyişle, "dadaizm"in de yansıttığı o psikanalitik bilinçaltıyla uyuşuyor.
Yani, merakım kendi "ben"ime ilişkin bir sorundan kaynaklanıyor ama, aynı zamanda dünyanın ve Türkiye’nin "hál ve gidişatı"nı ilgilendirdiği için, boşa kulaç atmış olmuyorum.
* * *
AMA, konu bütün modern tarihi kapsadığından ve felsefeden ekonomiye, iláhiyattan siyaset bilime çok geniş yelpazeye yayıldığınden, mazoşist bir meşákkat çekiyorum.
Oku Allah oku, Gazali"Taháfut"ünden Marx ideolojisine; Rıza Nur defterinden D’Annunzio şiirine; Goebbels hatıratından Recep Peker dersine; Stalin teorisinden Schmitt hukukuna, otoritarizm ve totalitarizm vaazcılarının eserleri zaten kütüphanemi dolduruyor.
Fakat bir de, ben diyeyim bin siz deyin iki bin, bunları farklı yorumlamaları gerekiyor.
İhtiras bu ya, táa Edmund Burke’nin ilk Fransız Devrimi eleştirisinden, Taha Akyol’un son "Ama Hangi Atatürk" başyapıtına, "dada"mı ilgilendiren her şeyi hatmediyorum.
* * *
ATATÜRK! Zaten de bütün bu láf kalabalığını sözü oraya getirmek için yaptım.
Yani, Atatürk’ü değil Humeyni’yi sevdiğini söyleyen o tesettürlü öğrenci hakkında soruşturma açılmasının, aslında benim "dada"mın en göbeğine oturduğunu anlatmak istedim.
Ve bu konuyu salı günü, "dada"nın "d"sinden itibaren değil de toplum psikolojisinde "sevmek" ve siyaset tarihinde "soruşturmak" fiilerinin "s"sinden itibaren işleyeceğim.