Paylaş
Ve, eğer allâme-i cihan değillerse; yahut biraz ilâhiyat mürekkebi yalamamışlarsa, o Frenklerin kahir ekseriyeti dahi kelimenin anlamı pek bilmez. Fazla fil pelesengi de etmez.
Sözcük Hristiyanlık sonrası Latinceye uzanır. Manastır geleneğiyle ilgilidir.
Malûm, Mısır çıkışlı bu gelenek daha sonra Ortaçağ Avrupa’sında da rağbet bulmuştu.
Eh, manastırı seçmiş keşişler, rahipler, pederler en azından teorik olarak gırtlaktan, uçkurdan, evden, barktan falan feragat ederler ya; işte zamanla, dünya nimetlerine uzak bu hayat tarzı “asetizm”, onu uygulayan ruhbanlar da “aset” diye tanımlanır oldu.
* * *
OYSA işin aslına bakarsanız, deyimin esas kökeninde ne Latinlik, ne de dinilik vardır.
Tamamen laik içerik taşıyan sözcük, Kadim Yunanca’da özellikle olimpiyat atletlerinin idmanını, talimini, terbiyesini, antremanını tanımlayan “askesis” kökeninden kaynaklanır.
Fakat dediğim gibi, nasıl ki, sportif insan nefsiyle didişerek ruh ve bedenini disipline sokmak zorundadır, bambaşka bir boyutta bile olsa keşiş de aynısını yaptığı için, cüretkar kilise bu güzelim kelimeyi Aristo lisanından apartmakta zerre kadar tereddüte düşmemiştir.
Günah, tövbe, dövünme, stadyum pistlerinin coşkunluğunu ve özgürlüğünü, manastır hücrelerinin ketumluğuna ve yakınmacılığına hapsetmiştir.
Hatta sosyolog Max Weber, Protestanların günlük hayata da taşıdığı bu “asetist” fedakarlıkla kapitalizm arasındaki ilişkiye dair ciltler dahi yazmıştır ama, konuma girmiyor.
Peki, konuma ne giriyor!
* * *
AF buyurun, patladınız mı? Cevabı nasılsa vereceğime göre biraz daha sabredin.
Dolayısıyla, yine “asetizm”e dönelim ve Türkçe karşılığı hakkında düşünelim.
İlk bakışta, “çile”nin türevlerinden oluşacak bir “çilekarlık” veya “çilekeşlik” en yakın anlamı ifade ediyormuş gibi geliyor.
Öyle geliyor ama, tam değil!
* * *
DEĞİL, zira bizim kullandığımız “çile” sözcüğü illâ gönüllü bir tercih yansıtmaz ki!
Örneğin, gençliğini annesine bakarak heba etmiş ve evde kalmış bir kız için “ah, o ne çilekeştir” dediğimiz zaman, genelde kızcağızın iyi kalpli bir insan olduğunu çağrıştırırız.
Fakat bunu arzulayarak yaptığına dair bir kesin hüküm sunmayız.
Ne malûm, belki o da gününü gün etmek isterdi ama, belki geçim sıkıntısından, belki annenin kendisini mirastan mahrum bırakacağı korkusundan, “bahtsız kader”ine (!) ‘he’ dedi.
Halbuki, “asetizm” türü “çilekarlık”ta (!) böyle bir muammaya yer yoktur!
* * *
YOKTUR ve katı kalpli şövalyelerin “eti İsa’nın, kemiği benim” misali başrahibe teslim ettiği istisna çocukcağızları hariç tutsak bile, diğerlerinin tercihleri öznel ve gönüllüdür.
Ne şafak vakti mihrap önüne çöküp titreye titreye mezmurları söyleyen keşişin; ne de Karun zenginliğine rağmen Pazar ayininde hep aynı eprişmiş kostümü giyen Protestan patronun “aset” davranış tarzında, zorunlu veya zorlama bir “çile” söz konusudur.
Burada öznel bir seçim; üstelik de kendi kendine eziyeti kabullenen mazoşizm vardır.
* * *
VALLAHİ, benim öyle çelik disiplinli bir “asetizm”le ilgim yok! Olmadı da!
“Aset” maset değilim! Hele hele, kendine eziyeti seven bir “mazoşist” asla değilim!
Pekiii, arzum hilafına zaten hanidir çektirildiğim ve 19 Temmuz 2009 Pazar gününden beri eziyetini daha gaddarca çektirildiğim şu “cigara çilesi” n’oluyor?
O çileden bir nefes, cigaramdan da başka bir nefes çekerek, yarına bırakıyorum.
Paylaş