SIRF insan olarak değil bütün bir "canlılık"; bütün bir yaradılış; bütün bir varoluş olarak, asla bilinemez ve asla öngörülemez bir "ihtilalci kaos"a doğru sürükleniyoruz.
Çünkü, tá ilk tek hücrelilerin ortaya çıkışından beri en inanılmaz dönüşümü yaşıyoruz.
Ve, bu dönüşüm Darwin’in "evrim teorisi"yle bile uyuşmuyor. Onu da aşıyor.
Yeni, yepyeni bir "devrim teorisi"nin arifesindeyiz. Formülü arayış süreci içindeyiz. Zira, genetik, bio-genetik, DNA, kopyalama, nano-teknoloji falan derken, bugüne dek iláhi; en azından tabii addettiğimiz şeyleri dahi "dünyevileştiriyor" olduk.
Başka bir deyişle, o insan olarak o yaratılışa artık "mü-da-ha-le" ediyoruz.
* * *
BİR; yukarıdaki gelişme "fena mı? Daha iyi, daha çok ve daha kolay yaşayacağız" türü bir "bilimsel ilerlemeci" formülün "aptala malûm" kolaylığına indirgenemez.
İki; "sümme haşa, işte kıyamet álámetleri belirdi" eblehliğine de mahkûm edilemez.
Çünkü bugün, "canlılık tarihi"nde asla sorulmamış bir soruyla karşı karşıyayız:
İnsan o "canlı"yı yaratmak ve değiştirmek gibi bir "müdahil hak"ka sahip midir?
* * *
ASLINDA mümkün değil, ama hadi yine de bütün metafizik kaygıları bir yana itelim ve pek bir "materyalist" olduğumuzu farzederek, olumlu cevap verdiğimizi varsayalım.
Peki de, o takdirde bunun mutlaka getireceği ve zaten daha şimdiden getirdiği felsefi, dini, ahláki, háttá tıbbi sorunları nasıl aşacağız? Ne tür bir düşünce sistemiyle donanacağız?
"Etik" dediğimiz değerler manzumesini hangi rotalara doğru sürükleyeceğiz?
* * *
ÖRNEĞİN, genetik formülü değiştirilmiş mısır tanesini patlatmak konusunda bile huylanırken, kopyalanmış koyun eti tüketimi konusunda nasıl bir davranış içine gireceğiz?
Yakında dayatacak olan "kurbanı mübah mı, değil mi" tartışması bir yana, kasapta satılacak aynı tür koyunun kıymasından ruh ve mide ferahlığıyla köfte yoğurabilecek miyiz?
Ve sonsuz defa daha önemlisi, komşu çift áni bir kazadan ölen oğullarının tıpkısını klonlaştırdığında, "o" olmadan "o" olan yeni çocuğa rasladığımızda neler hissedeceğiz?
Bizzat anne ve baba neler hissediyor olacak?
Bu meçhûl "hissiyatlar karmaşası" insanın varlığını da meçhûl kılmayacak mı?
Veya daha pratiği, o insan ömrünün "tekno-tıbbi" gelişmelere paralel biçimde ve "normalin üstüne" uzatılması, genel demografik kávisi duraklatmaktan "ináyetli devlet"i iflása götürmeye; kuşaklar çelişkini körüklemekten zengin- fakir zıtlaşmasını pekiştirmeye, bütün sosyal ilişkilerde ve hayat tarzlarında muazzam bir depreme yol açmayacak mı?
* * *
BEN "katastrofist" denilen türden bir "feláket tellálı" değilim!
Hele hele, "geleneksel toplum, geleneksel toplum" diye geçmişi fetişleştirerek bilimsel ve teknolojik ilerlemeye beddua okuyan postmodern şarlatanlardan hiç değilim!
Fakat bütün bunlar yukarıdaki çok ciddi ve çok vahim soruları yok farzetmek; başta vurguladığım gibi, hayatın, canlının ve insanın, varoluştan bu yana emsáli asla yaşanmamış muazzam bir "ihtilalci kaos"a doğru sürüklendiği gerçeğini es geçmek anlamına gelmiyor.
Zira "bilmek" ve "iletmek" fiillerinin bütünleştirilmesiyle "bilişim" diye adlandırılan bugünün toplumu aslında müthiş bir "bilgisizlik" ve "iletimşizlik" durumunu da içeriyor.
Hayat süresinin uzatılmasıyla doğacak sonsuz çetrefil şeyleri bilemeden ve bilmek ihtiyacı hissetmeden, bir "salt bilgi" olarak bu uzatmanın biyo-tıbbi yöntemlerine ulaşıyoruz.
Saddam’ın internetteki "infaz pornografisi"yla doğan "iletişimsizlik" çöküntüsünü öngöremeden, o iletişimin "salt teknik" boyutunu keşfetmiş ve sıradanlaştırmış oluyoruz.
Amenná da, ya "fıtrat" dediğimiz bütün yaratılış ve bütün varoluş yumağıyla insan?