Bir sergiden tablolar

GEÇEN ay Moskova’da ‘seyyar lüks sergisi’ açıldı ki, aman efendim, evlere şenlik.Hani, ‘Görmemişin oğlu olmuş, tutmuş şeyini kopartmış’ denir ya, işte tam öyle.

Hatta ‘şey’i ne kelime, çocukcağızın çifte alameti farikası bile hadım edildi.

*

EVET evet, hem manzarayı uzun uzun ekrana getiren televizyonlarda seyrettim, hem de olaya sayfa sayfa yer ayıran gazetelerde okudum ve gözlerime inanamadım.

Siz deyin, vites levyesi gergedan boynuzundan yontulmuş ‘Ferrari’ spor otomobil ve kadranı bilmem kaç karat pırlantayla donatılmış ‘Chopard’ erkek saati; ben diyeyim, taharet musluğu altından dökülmüş hela oturağı ve postunun her kılı ayrı boyanmış çinçilla kürk, fuarın reyonlarında yok, yoktu!

Alamanların ‘kötü zevk’i ve ‘çirkin gusto’yu tanımlamak için icat ettiği ve sonra da evrensel lügata giren ‘kitsch’ kelimesi bile tüm bunların yanında solda sıfır kalır.

Tıpkı, Lenin’in hakkını yemeyeyim, kızıl dönemde iki dilim yağlı salam alabilmek için kolhoz mağazası önünde oluşturulan uzun kuyrukların dahi, ‘sergi’nin gerçekleştirildiği mekána üşüşen mahşer kalabalığı yanında zemzem suyuyla yıkanmış olması gibi!

Ve, aynı ölçekte ‘kitsch’ ancak tabii ki yine çok pahalı tablolar da sergide gözüme ilişti ama, resim salonunda çalan fon müziğinin Modest Mussorski’nin ‘Bir Sergiden Tablolar’ı olup olmadığını işitemedim.

*

SONRA, sanmayın ki ahali sırf ‘göz banyosu’ yapabilmek için fuarın yolunu tutmuştu. Böyle olsaydı, bunu son derece ‘normal’ addederdim.

Tamam, Berlin’deki lánet ‘Duvar’ yıkılalı ve ‘Sovyetistan’daki komünizm çökeli şu kadar zaman geçti ama, ne de olsa Rusya halkı hálá ‘tüketim toplumu’nun açlığını yaşıyor.

Dolayısıyla, velev ki kara ekmek alacak kapiği olmasın, ‘lüks’ denilen sosyal olgu hem insani zaaflara dahil bulunduğundan; hem de son tahlilde estetik terbiyeye hizmet ettiğinden, Rusların ‘seyyar sergi’ye akın akın gitmesini gayet doğal karşılardım.

Nasıl ki ben iki elim cebimde ve o cebim tam takır kuru bakır, bir camekándan diğer camekána alabanda ederek, şıkıdım semtlerin cumartesi aylaklıklarında ‘vitrin yalamaya’ bayılırım, bunu gerçekleştirmek tabii ki Moskovalıların da en meşru hakkını oluşturuyor.

Hele hele, o Moskovalılar hazin tramvaylara binerek, bir o kadar hazin varoşlarından nehrin yakamozuna doğru inip, ‘Ferrari’ otomobillerin hayaliyle pırıldayacaksa?

Buna amenná diyorum ve böyle bir ‘ihtiras’ın meşru olduğunu tekrar vurguluyorum.

Lákin, kazın ayağı hiç de öyle değil!

*

DEĞİL, çünkü birincisi, ‘seyyar lüks fuarı’na girebilmek için, sıradan fanilerin haniyse bir aylık hane masrafına tekabül eden bir bilet parası ödemek gerekiyormuş.

Sizin anlayacağınız, Arbat Sokağı köşesinde lahanalı sosis satan başörtülü hatuncağız ‘babuşka’, iç çeke çeke çinçilla kürkü temaşa eylemek istese dahi, kazandaki sosisleri defalarca ve defalarca bitirmeli ki, kapıdan içeri adım atabilsin.

Hoş, belki yine atamaz ya! Çünkü, gişede sıraya girip o fahiş fiyatlı bileti alabilmek için dahi, kimin dağıttığını bilemediğim bir ‘davetiye’ye sahip olmak zorunluluğu varmış.

Tabii, o kadar insanın nasıl ve hangi kıstaslara göre ‘davetiye seçkini’ (!) olduğunu da bilemiyorum.

Fakat en önemli nokta şu ki, ‘lüks sergisi’ndeki mallar kapış kapış gitmiş.

Sipariş listeleri inanılmayacak bir boyuta ulaşmış.

Zaten, sıfır haneleri sonsuz uzun ‘mallar’ı (!) tá Parislerden, Los Angeleslardan, Londralardan Rusyalara taşımış olan zat, ekran önünde ağzı kulaklarına vararak, ‘Bizim için, bütün dünyada yolunacak sadece iki yağlı kaz kaldı. Moskova ve Şanghay en muhteşem pazarlarımızı oluşturuyor’ kábilinden láflarla ellerini oğuşturuyordu.

Buyrun bakalım!

*

BUYRUN bakalım, zira demek ki Arabi şeyhler dahi artık biraz ‘yontuldular’.

Haremdeki kadınlardan biri ilk erkek çocuğu doğurduğunda, ya seyyid diye, zavallı bebeğin şeyini derhal kopartmıyorlar. Veya en azından, daha üsturuplu yapmasını öğrendiler.

Fakat buna karşılık, biri eski ‘yeryüzü cenneti’ (!) komünizmden çıkmış olan Rusya; diğeri de, hálá komünist sıfatını kullansa bile aslında toplumsal eşitsizliklerin en zirveye vardığı Çin, bilûmum ‘kitsch’ ucubeye saldıran ‘görmemişler’in başını çekiyorlar.

Hadi, ‘tüketim toplumu’ boyutuna yine ‘insani zaaftır’ diye hoş bakmış olayım.

*

TAMAM da, yahu bu her iki ülkenin insanları sittin sene boyunca o ‘Her bir şeyi bilir’ (!) Marksizmin rahle-i tedrisinden geçtiler.

Dolayısıyla, Hegel’den Lucas’a vaaz edilmiş olan ‘estetik’, ‘gusto’, ‘uyum’ adap ve kavramlarına aşina olmaları gerekir. ‘Yontulmuşlukları’ Arabi şeyhlerle kıyaslanamaz.

O halde, bugün nasıl aniden ‘en zevksiz’ fakat ‘en yağlı’ kaz konumuna düştüler?

Eski ‘babuşka’nın şimdi her kılı ayrı boyanmış çinçilla kürk edinmek ihtirası ve eski ‘yoldaş’ın şimdi kıçını altın kaplama muslukta yıkamak maskaralığı ne anlama geliyor?

Rusya ve Çin’de seyrettiğimiz ‘görmemişin oğlu’ tragedya, aslında, Marksizmin sırf bir felsefi, siyasi ve iktisadi ideoloji olarak değil; aynı zamanda bir ‘estetik kıstas’, bir ‘görsel tarz’, bir ‘duyumsal haz’ olarak yarım kapik değer taşımadığını ispatlamıyor mu?

Hálá kendine ‘Marksist’ diyenlerin bu dehşet olguya kafa yorması gerekmiyor mu?

Mussorski’nin ‘Bir Sergiden Tablolar’ını dinleyerek bilmem kaç karat pırlanta yontulu kol saatime bakıyorum ve onlar namına, ‘bir düşüneyim’ cevabını veriyorum.
Yazarın Tüm Yazıları