NASIL ki kumaşın tüvid, eşarbın ekose veya paltonun kaban olanını severim, aynı şekilde otomobil tercihim de kesinkes İngiliz markalardan yanadır.
Tabii, kağıt üzerinde. Daha doğrusu, göz banyosunda.
Caddede, kaldırımda, otoyolda majestelerinin ülkesinden bir binek arabası siluetini farkettiğim an kulunuzda hoşafın yağı kesiliverir ama, kişi haddini bilmeli.
Ben kim, ‘‘Britiş’’ kaporta kim? Çünkü, insanın paşa gönlü çok çektiği takdirde, dişinden tırnağından artırarak bir Harris ceket, bir Scotch House kaşkol, hatta ne bileyim ben bir Burberry trençkot dahi alabilir.
Fakat, örneğin bir Rolls Royce otomobil için böyle bir şeyin imkan ve ihtimali yoktur.
Mesala düşünüyorum da, bütün bir hayat boyunca kuru ekmeğimin katığından ve çoluğumun çocuğumun nafakasından tasarruf edip, elimdeki kumbarayla ve yüreğim çarpa çarpa acenta kapısına dayansam, bu paraya bana herhalde ya bir stepne lastiği, ya da radyatör arması verirlerdi.
Bozdur, bozdur harca.
Lastiği boynuma asar ve armayı alnıma yapıştırır, Beşiktaş'ın delisi gibi şoförcülük oynardım.
Şu farkla ki, benim sanal otomobilim Rolls Royce olurdu.
*
ASLINDA, Rolls Royce dediğime bakmayın.
En prestijlisi, en tanınmışı, en pahalısı olduğu için, sırf lafın gelişi öyle söyledim.
Kabul, bedava verseler almam diyerek yalan yere yemin edecek ve günaha girecek değilim. Tabii ki alırım. Sonra da derhal satar, yine İngiliz fakat bir başka marka edinirim.
Rolls Royce'u neyleyeyim?
Sahte krallıkta, Arabi şeyhlikte, Hollywood starlıkta gözümün olmaması bir yana, ben otomobili bizzat kendim kullanmalıyım.
‘‘Erotiko - fantasmagorik’’ lügatla konuşursam da, dişi makinanın ırzına geçmeliyim. Kız oğlan kız kaportanın narin bekaretine tecavüz etmek suçundan kodesi boylamalıyım.
Direksiyonu okşamaz, gazı hissetmez ve vitesi ellemezsem, motor - makyaj yekpareliğiyle olan organik ilişkim gerçek bir orgazma dönüşebilir mi?
Oysa, ‘‘RR’’ amblemli vasıtada böyle bir şey gerçekleştirilemez. Çünkü, Rolls Royce'u üniformalı bir şöförün kullanmasını farz addetmek gerekir.
Aksi takdirde, ayranı yok içmeye tahtıravanla gider misali olur ki, bu kadar düşemem. Yani, şöför beyimiz pilot mevkiinde sefayı sürerken ben ancak arka sağ koltukta, sadece asil derilerin kokusunu teneffüs etmekle yetineceğim. Yok öyle şey!
‘‘Aşağı in ve geriye sen otur’’ diyemeyeceğime göre de, eğer dul ve aşifte bir kontes, bir düşes, bir barones bizzat beni kendi Rolls Royce'una şöför olarak almadıkça, demek ki söz konusu marka otomobile hiçbir zaman popomu değdiremeyeceğim.
Eh sağlık olsun, zaten yukarıdaki olasılık hariç ben de istemiyordum ki.
*
FAKAT aynı şeyi, iki - üç yıl önce birincisini Alaman BMW, ikincisini de yine Alaman Volkswagen alana kadar, Rolls Royce'un ikiz kardeşi addedilen Bentley için söylemiyorum.
Evet, resmen ilan ediyorum ki, Bentley istiyorum. İstemek ne kelime, yanıp tutuşuyorum.
Zira bu Bentley kralın yanında naip hesabı daima ‘‘RR’’den bir grado aşağıda addedilse dahi hem şekil, hem de motor itibariyle hep ondan daha sportif, daha delişmen, daha efe olmuştur.
Kabul, bu İngiliz marka otomobiller yirmili yıllarda pek çok yarışa girip bunları teker teker kazandıklarında, Ettore Bugatti'nin Bentley'i ‘‘dünyanın en hızlı kamyonları’’ diye tanımlamasında doğruluk payı yok değildir.
Tamam, ‘‘Britiş’’ kaporta Sinyor Bugatti'nin narin bedenli Latin dilberlerinden ziyade, dört mevsim Jersey denizinde kulaç atarak memesini baldırını taşlaştırmış Anglo Sakson leydilere benzer.
Ve itirazı olan var mı, ben de böylesini seviyorum!
Düşünün ki, koltuğun en iyi cins derisi bir Osborne düşesinin teni kadar pürüzsüz ve konsolun en mükemmel kalite gürgeni de bir Chelsea fettanının kalçaları kadar biçimlidir ama, aynı zamanda motorun en çelik silindiri dişi bir Derby beygirinin hızıyla depar almaktadır.
Hele hele, asil deli Bentley'in son modeli.
*
SON modeli dedim ama, gazetede yayınlanan fotoğrafından başka hiç bir şeyini görmedim. Zaten de henüz piyasaya tam çıkmamış.
Fakat efendim, Coupe GT Continental diye vaftiz edilen bu emsalsiz otomobildeki endamın tarifini yapmaya ne dilim, ne de kalemim yetişir.
Bir kere, ‘‘RR’’nin taklidini çağrıştırmaktan tamamen kopmuş ki, başta, iki rakip Alaman firmanın ‘‘Britişliğin’’ sembollerine el koymasına çok kızmış olmama rağmen, şimdi bunun gayet hayırlı bir gelişmeye yol açtığına karar verdim.
Nitekim, on iki silindirli ve üst derece Volkswagen motoru hariç Cermen patronlar yeni Bentley'in hiç bir şeyine karışmamışlar. Direksiyonu çevreleyen bizon derisinin elle dikilmesinden, vites kutusunu dolduran dişlilerin tezgahta tesviye edilmesine, geri kalan bütün işi, erbab ve usta İngiliz zanaatkárlara bırakmışlar.
Sonra bu ‘‘B’’ kupe, yani, iki kapılı. Tam benim istediğim şey! Böyle bir otomobil asla şoföre teslim edilemez tabii yalnız ve yalnız kulunuz kullanacak.
İşte, Crewe'deki malikanede ikamet eden güzeller güzeli leydimizi farlarından itibaren okşamaya başlayarak kaportasına geçeceğiz, oradan da bagaj kısmını denetleyeceğiz.
Sonra içeri kurulup, debriyaj, vites, gaz, ‘‘GT’’ tipi Bentley'imizin tadına bakacağız.
Haricen hafiften mesafeli bir asil kadının, dahilen şuhlar şuhu davrandığını önceden bilemeyen bir erkeğe zaten yuh olsun! Bilmem birkaç yüz bin sterlin de feda olsun.
Buyrun ‘‘B’’ hanım, isterseniz gecemizi İskoçya'daki şatoda geçirmek için Edinburg'a doğru gaz pedalını körükleyeyim.
*
LANET olsun, karbüratörü mü tıkanmış ne, işte benim içi geçmiş, dişleri dökülmüş, memeleri pörsümüş kocakarı düldülün gazını körüklüyorum ama, nalet kokonanın bana mısın dediği yok!
Zaten ömrü tükenmiş akü de, işte mortoyu çekiverdi.
Hırsla kontak anahtarını çektim, kapıyı vurarak hışımla dışarı çıktım ve tekrar gazetedeki Bentley - GT Coupe Continental leydinin fotoğrafına baktım.