Paylaş
Rusya ve Suriye’yle yakınlaşmayı örnekler arasına kasten katmadım.
Zira ilkinde, Ankara’yla Moskova arasındaki flörtün realpolitik çıkarlar gözettiği net ve açık olduğundan, bu gelişme yukarıdaki Batı açısından fazla “anormallik” arzetmiyor.
Öte yandan, geçmişte “şer ekseni”nin üvey çocuğu addedilen Şam tekrar uluslararası arenaya dâhil edildiğinden onu da kenara bırakalım ve yukarıdaki üç olguyla sınırlı kalalım.
* * *
İLKİN, daha önceki iki yazımda da belirttiğim gibi, “ufuk derinleşmesi”ne rağmen Ankara, Batı’dan uzaklaşmıyor. Daima sahip olmuş olduğu marjın bağımsızlığında geziniyor.
Artı, Türk diplomasisindeki bu yeni “derinleşme” esas itibariyle doğru rota izliyor.
Ancak, özellikle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dan kaynaklanan ve tabir caizse o Batı’yı “pirelendiren” (!) bir “uslûp sorunu”nun bulunduğunu da kabullenmek gerekiyor.
Nitekim, Erdoğan’ın yukarıdaki İran’a kefil olması ve nükleer programını “barışçıl” (!) diye nitelemesi, uslûp sorununu, hatta pot kırmak derecesini bile aşan bir yanlış oluşturdu.
Şüphesiz, Türkiye, imparatorluk geleneğinden süzülen Farsi devletle en dost ilişkileri kurmalıdır. ABD’nin Bush döneminde, İsrail’in ise hâlâ tasarladığı maceralarla uzlaşılamaz.
Amaortada, Rusya ve Çin dâhil tüm uluslararası camianın bildiği bir olgu var:
O da Tahran’ın asla “masum” olmadığı ve atom bombası peşinde koştuğu gerçeğidir.
Ve bu çok vahim gerçek, Cumhurbaşkanı Gül’ün Başbakan’ı zımnen düzeltircesine vurguladığı gibi, her şeyden önce Türkiye’yi rahatsız eder, edecektir ve etmelidir!
* * *
ÖTE yandan, nüansı çok iyi tartmak kaydıyla, Ankara’nın İsrail’e belirli bir mesafe koyması aslında bir normalleşmedir. Başka bir deyişle, Siyonist devletle gerdeğe girmiş olan eski iktidarların tutumu biraz rektifiye edilmelidir ki, Türkiye’nin Ortadoğu ufku açılsın.
Ancak, Başbakan Erdoğan anti-semitizmin, yani Yahudi düşmanlığının suç olduğunu samimiyetle haykırsa dahi burada da yeni bir uslûp, daha ötesi, söylem sorunu yaratıyor.
Zira en az benim kadar AKP lideri de biliyor ki, zaten “öteki”nden komşu istemeyen ülkemiz kamuoyunun çok ciddi bir bölümü İstanbul’daki sinagog baskınlarından sonra, Musevi yurttaşların değil Müslüman masumların da ölmesine “üzüldüğünü” beyan etmiştir.
Keza, Gazze olayları sırasında Filistinliler için sergilenen ve bütün Arap ülkelerini bile yaya bırakan patetik ve r-e-s-m-i seferberliğin; artı, Davudi yıldızlı devlete karşı körüklenen nefretin geri planında yine, kendisinin suç addettiği o genel Yahudi düşmanlığı yatmaktadır.
Dolayısıyla, böylesine tehlikeli bir ruhiyatla donanmış Türkiye’de, başbakanının İsrail hakkında konuşurken “heyecanlanması” (!), o tehlikeyi daha da körükleyici etki yapmaktadır
* * *
DİĞER taraftan, Filistin için “ahlâki” (!) davranmak iddiasında olan bir Türkiye’nin bu defa gerçek bir katliam sorumlusunu; üstelik Darfur bölgesinde kendi Müslüman ahalisini katlettiği için Uluslararası Mahkeme tarafından hakkında tevkif kararı çıkartılmış Sudanlı Ömer El Beşir’i ağırlayacak olması, çok çok zorlanırsa, belki realpolitik açıdan açıklanabilir.
Ancaaak, lamı cimi yok, baştan sona kadar gayr-ı ahlâkidir! Etiksizliğin daniskasıdır!
Evet Sudan’a petrol vardır ve Çin örneğini izleyen Ankara da soğuk ve maddi bir gerçekçilikle, daha açıkçası fırsatçılıkla, Hartum başkentli ülkeyi “koklamak” niyetindedir.
Amennâ da, bu takdirde İran’la ilişki geliştirmemizi Tahran’ın atom “barışçıllığı” (!), o ilişkileri İsrail’le soğutmamızı ise Gazze saldırganlığı ile açıklamaya çalışmak komiktir.Bunu külahım bile yutmuyor, kaçın kurası ve yukarıdaki gayr-ı ahlaki realpolitiğinkaşarlanmış kurdu Batı hiç yutmaz ve de zaten yutmuyor ki, virgül, nokta, satırbaşı!
Paylaş