Bahara giriş

"BAHAR gelmeyecek mi?"

Malûm, yukarıdaki soru Tevfik Fikret’e aittir.

Ve yine malûm, "Servet-i Fünûn" şairi buradaki sabırsızlığıyla meteorolojik bir kışın uzun sürmesini kastetmez.

33 yıllık II. Abdülhamid yönetiminin hálá bitmemiş olmasını çağrıştırır.

Hayır hayır, şimdi ben de zehir zemberek bir polemiğe soyunup, bazılarının "Ulu Hakan" diye göklere çıkarttığı; onlara düşman kardeş diğer bazılarının ise "Kızıl Despot" diye cehennemin dibine batırdığı ve bana göre ikisinin ortasında bir yerlerde değerlendirmek gereken Osmanlı hükûmdarını konu edinecek değilim.

Pazarın ve de baharın tadını kaçırmayacağım.

O bahar ki, şükür, işte geldi!

*

FAKAT tabii, şuraya buraya düşen cemreleri ve kapıdan baktırtıp kazma kürek yaktırtan martı saymayın, Kuzey Yarımküre’nin bizim enlem coğrafyalarımızda hemen her yıl olduğu gibi, bahar yine nisanla birlikte geldi.

Oysa, dilimize İbranice’den girmiş bu takvim ismini telaffuz edince işler epey çatallaşıveriyor.

Çünkü unutmayalım ki, klasikleşmiş bir deyim olduğu için zaten hem başkaları, hem de ben defalarca atıfta bulunduk, bu defa "Servet-i Fünûn" değil Anglo-Amerikan ekol şairi olan Thomas Stearns Eliot, nisanı "ayların en acımasızı" diye lánetler.

Eh, dümbelek karısının gözüne girmek hevesiyle işi Faşist Parti üyeliğine dek vardırdığı için o Eliot’u belki eleştirebiliriz ama, "Dört Dörtlü" başyapıtının yazarı aynı zamanda Doğu felsefesine de çok aşina olduğundan, demek ki bir bildiği vardı.

Zira, bırakın öyle Budizmi, Konfüçyanizmi, Taoizmi falan, biraz Amerikan "yitik kuşak"ına mensup olan şair, bir de bizim ata Şamanizmimizle Rus mistitizmini harmanlayan yarı meczup-yarı büyücü İvan Gürciyef’in rahle-i tedrisinden geçmişti.

Dolayısıyla, her ne kadar batıl itikatlarla yoğrulmuş bir insan sayılmasam bile yine de iyi saatte olsunlar, velev ki yazıya bahardan söz etmek için başlamış olayım, şu uğursuz ayın ismini ağzıma dahi almak istemiyorum.

Yani, bahtiyar ve tasasız çocukluğun "bugün 23 Nisan / neşe doluyor insan" manzumesini bile telaffuz etmeden, zaten bir hafta sonra bitecek olan otuz günlük dönemi defterden siliyorum.

Tamam da, o halde "bahar yazısı"na nasıl bir girizgáh yapabilirim?

*

BELKİ, "Bahçelere geldi bahar / Gel dedim, gelmedi yár" veya, "Bahar geldi, gül açıldı / Gönlüme neşe saçıldı" türünden kolay güftelerle başlayabilirim.

Ancak, burada da çok çok ciddi bir sorunla karşılaşıyorum.

Çünkü, alaturka musiki kültürüm zaten tekerlek bir sıfırsa, "nebatát" veya "botanik" kültürüm onu da haydi haydi aşar ve sıfıra sıfır, elde var sıfır derecesindeki bir cehalete ulaşır.

Asfalt ve egzoz kokusunu teneffüs etmekten sonsuz mutluluk duyan bir şehir çocuğu olduğumdan mıdır nedir bilemiyorum, pek pek harcıalemleri hariç, hayatımda hiçbir zaman ve hiçbir lisanda çiçekleri, ağaçları, sarmaşıkları birbirinden ayırt edemedim.

Daha ilkokul sınıfının tabiat bilgisi dersinde çınar yaprağıyla meşe yaprağını karıştırdığım için öğretmenden zılgıt yediğimi hatırlıyorum ki, işte yarım yüzyılı devirdim ve menekşeyle mimozayı karıştırmam hálá "vaka-i adiye" sayılır.

Oysa, zaten yukarıdaki şarkıların "bahçelere geldi" ve "gül açıldı" ifadeleri de daha ilk andan itibaren ortaya koyuyor, dünyanın her yanında olduğu gibi bizim ülkemizde de duyarlı insanlar baharı daima tabiatın yeniden doğuşuyla özdeşleştirmişlerdir. Özdeşleştirirler.

Fakat, dediğim gibi, işte bu, bende mafiş!

O halde demek ki, "gül açıldı" güftesini "manolyalar açarken" şarkısına çevirerek de bir "bahar yazısı" girizgáhı yapamam, zira o manolyayı ortancayla karıştırarak daha büyük bir pot kırabilirim ve her şey tamamen yüzüme gözüme bulaşmış olur.

*

BURADA belki çok haklı olarak, "Efendi, anladık şehir çocuğusun ama bak işte tevellüdün de ortaya çıktı. Pekiii, o tarihte senin şehrin yukarıdaki bahçelerle bezenmiş değil miydi? Daha beşikten itibaren, İstanbul’a baharın ancak erguvanların açmasıyla geldiğine dair sözlerle büyümedin mi?" diyeceksiniz.

Doğru! İtiraz etmiyorum ve de boynum kıldan ince!

Üstelik az bile söylediniz, bezenmiş olmanın da sonsuz ötesinde, o tarihte benim şehrim bir "bahçeler cenneti"ydi.

"Nebatát" veya "botanik"teki bütün cehaletime rağmen de tabii ki hatırlıyorum.

Hatırlamak ne kelime, her bahar, her bahar, her bahar yaşıyorum.

Ve, bin şükür, Tevfik Fikret’in o baharı işte artık iyiden iyiye geldiğine ve T.S. Eliot’un uğursuz nisanı da haftaya bitmiş olacağına göre, bir ihtimal, bunu gelecek pazara bırakıyorum.
Yazarın Tüm Yazıları