Aydın kırılması (I)

İLK kırılma Turgut Özal, ikincisi ise AKP iktidarıyla gerçekleşti. Her biri milâttır. Burada “kırılma” derken “intelligentsia”nın bölünmesini kastediyorum. Fakat en önce şu “intelligentsia” deyimine açıklık getireyim.

Haberin Devamı

BİZDEKİ Fransızca fonetik işgüzarlığının aksine aynen zikredildiği gibi telaffuz edilen bu Rusça kelimeyle 19. yüzyıl Çarlığındaki okur – yazar kesim tanımlanmıştır. Fakat tabii ki bu okur - yazar ifadesi alfabeyi sökmüş insanların tümünü kapsamıyor. Deyim, çoğu defa tûfeyli bir sosyal ayrıcalıkla donanmış olan ve her halükarda da eli kalem, dili kelâm ve beyni fikir tuttuğu varsayılan soyut bir sınıfın mensupları için kullanılır. O mensuplar ise Batı’da birey kimliği edinmiş olan “entelektüel” sıfatına eş düşmez.
Ama buna karşılık, her iki toplumdaki despotik ve kolektif özelliklerden dolayı gerek Osmanlı döneminin “kalem efendisi”, gerekse de Cumhuriyet lügatinin “aydın” kategorileri Rus “intelligentsia”sıyla büyük benzerlikler taşır. Devlet saplantısı başköşeye oturur.
Zaten bana sorarsanız da sözcüğün tam Türkçe karşılığı “münevveran”a tekabül eder. Neyse, şimdi tekrar başa döneyim.

Haberin Devamı

EVET, işte yukarıdaki “intelligentsia”ya mensup Türk “aydın sınıfı” (!) Cumhuriyet tarihinde ilk kez Turgut Özal’la birlikte bölündü. Eski mono blok gövde yekpareliğini yitirdi. Tabii burada “aydın sınıfı” derken, başta “laikçi” bir laiklik anlayışı olmak üzere aynı Cumhuriyet’in batılılaşma - modernleşme projesini a priori benimsemiş olan ve atmışlı yıllardan itibaren de kendini “sol” addetmeye başlayan “hükümran kesim”i kastediyorum. Hatta moda tabirle “beyaz Türk” bir “münevveran”dan bile söz edebiliriz. Üstelik dediğim gibi, hükümran bir sınıfı kastediyoruz. Öyle, çünkü hiç şüphesiz ki söz konusu projeye eleştirel bakan ve geleneksel – muhafazakâr çizgide addedilen diğer bir “intellligentsia” da Türkiye’de daima varolmuştu.
Lâkin TKP’den gelip “Kadro” hareketine fikir babalığı yapanlar ve daha sonra en kızıl komünist geçinenler dâhil, kibirli ve dogmatik birinciler şöyle veya böyle özünde mutlaka devlet ideolojisiyle bütünleştiğinden; başka bir deyişle mayalar daima uyuştuğundan,  deyim yerindeyse o ikincilerin “sahne ışıkları”na çıkmasına elbirliğiyle izin verilmedi. Gazetelerde, dergilerde, yayıncılarda, kürsülerde suyun başı hemen her zaman birinciler tarafından tutulduğu, her halükarda da “aykırı sorgulamalar” hem küçümsendiği, hem de gazaba maruz kaldığı içindir ki, “sağ münevveran” (!) bir anlamda gettoya itildi.

Haberin Devamı

BUNUN en yakın ve en somut örneği Cemil Meriç’tir. Batılı anlamdaki çok nadir entelektüellerden birisi olan bu büyük düşünür bile yaşadığı müddetçe o gettodan çıkamadı. Öte yandan, yukarıdaki genel Cumhuriyet ideolojisiyle “muhalif” sanılan ama aslında ortak kalıp paylaşan “sol aydınlar”ın aynı kaba tükürdüğünü sergileyen örnekler sayısızdır.
12 Mart 1971 öncesinde atılan “Ordu – gençlik elele / Milli cephede” sloganından başlayın ve o 12 Mart sonrasındaki “Ecevit affı”nda bütün bir “Ankara me’murîn”inin cezaevleri önünde tahliyeleri alkışlamasına uzanın, buradaki iç içelik göz çıkartacak raddededir.
Zira lâfta “muhalif intelligentsia”, konjonktüre göre varyantı değişen egemenler açısından belki fazla haşarı, ama yine de daima “bizden” addedilen bir kesim oluşturmuştur. Eh, yakında uslanır! Nihayetinde aslına rûcu edecektir! Sınıfına ihanet etmeyecektir!
Oysa atmış yıl süren bu “uslanma” döngüsü Özal simgeselliğinde birinci, AKP simgeselliğinde de ikinci defa kırıldı. “Beyaz Türk münevveran” ilk kez aslına rûcu etmedi. Şükür, aidiyetini taşıdığı o egemen sınıfa ihanet etmek cesaretini gösterdi ve kolektif “münevver” kimliğinden sıyrılarak birey “entelektüel”e ulaştı ki, cumartesi işleyeceğim.

Yazarın Tüm Yazıları