Hadi Uluengin: Ayaklar ve aşklar







Hadi ULUENGİN
Haberin Devamı

Piyano çalanların ellerinin güzel olduğu rivayet edilir... Zaten de, bu organ morfolojisi biçimli olanları ‘piyanist gibi elleri var’ diye tanımlamak biraz dil pelesengine dönüşmüştür.

Oysa ben bundan emin değilim. Bana göre, piyanistlerin elleri neyse, odur. Bazen devamlı eldiven giyerek, bazen özel kremler sürerek klavye üzerinde gezdirdikleri vücut uzantılarına bilhassa dikkat etseler dahi, son tahlilde ne Allah vergisi anatomik yapı, ne de ilerleyen yaşın kemik deformasyonu değişir.

Hatta daha ileri gideceğim, tuşlara hükmetmek için avucun sürekli açılmak zorunda kalması, tabii ki kazma kürek sallayanlar gibi değil ama yine de, piyano çalanların ellerini bayağı bayağı hasara uğratır.

Nitekim, bakın Rubinstein'ın veya Jarrett'in fotoğraflarına, ahım şahım şeyler görmeyeceksiniz...

* * *

NEYSE, ben aslında ellerden değil ayaklardan bahsetmek istiyordum.

Yok, bu defa öyle sivri topuklu ve iyi pedikürlü ayakların dayanılmaz fantazmasına, hatta fetişizmine dair kalem oynatmayı düşünmüyorum.

Piyanistlerle giriş yapmam, sanatsal açıdan onlarla belirli bir akrabalığı olan fakat ellerini değil ayaklarını kullanan balerinlerden kaynaklandı.

Çünkü, hanidir ve hanidir ilk kez baleye gittim.

Sağolsunlar, davet etmek alicenaplığını göstermişler, o pek ünlü ‘Flamanya Balesi’nde, Ayşem Sunal'ın yıldız balerin, Emre Sökmen'in de ikinci balet olarak sahneye çıktığı ve Adolphe Adam notalı ‘Giselle’yi seyrettim.

Bir o kadar ünlü Robert Denvers'in sanat direktörlüğü ve Sunal ve Sökmen'in büyük çoşkuyla karşılanan performansına hakkında laf yumurtlayacak değilim.

Koreografi eleştirmenliği yapmak kim, ben kim...

Kişi haddini bilmeli ve uzmanı olmadığı şeyler konusunda ahkam kesmemeli!

* * *

İŞTE alkış kıyamet perde indi ki, tutturduk kuliste tebriğe gideceğiz.

Cümbür cemaat koridorlara daldık, haldır huldur bizimkileri arıyoruz.

Birden sonsuz mutlu oldum ve birazdan değineceğim uzak günlere döndüm.

Daracık hücrelerin aynaları önünde makyaj temizleyen; dekorların berisinde cigaradan derin ve hızlı nefesler çeken; karman çorman vestiyerlerde kıyafet değiştiren; ıslak duşlara girip çıkan balerinlerin ve baletlerin atmosferi beni hem büyüledi, hem de dediğim gibi, uzaklara, çok uzaklara götürdü...

Sonra Ayşem'i, Robert'i, Emre'yi bulduk ve beraber bir şeyler içmek için sözleşerek, onları ‘artistlere mahsus’ dış kapının önünde beklemeye başladık.

Hafiften çiseleyen yağmurun ve ışıltılarıyla devam eden gecenin altında başkaları da vardı. Kızlar ve oğlanlar, sahne bitişi çıkacak olan sevgililerini, yavuklularını, dostlarını, şunlarını, bunlarını bekliyorlardı.

Ben de böyle beklemiştim ve zaten balerin ayaklarını işte bundan düşündüm.

* * *

EVET ben de böyle beklemiştim, çünkü geçen süreyi hatırlamak bile istemediğim bir vakitlerde, balerin bir sevgilim vardı. Bazen kulise çıksam dahi genelde onu sahne bitimi, ‘artistlere mahsus’ kapı önünde karşılardım.

Gecenin içinden gelip geçenlere meydan okuyan deli öpüşmemiz; beresinin veya kukuletasının altından alagarson saçlarının ıslak olup olmadığını kontrol edişim; nemliyse, ‘başıma yine iş açacaksın’ diye hafiften söylenişim; beni susturmak için tekrar dudaklarını dudaklarıma yapıştırışı; ötesinin berisinin bulunduğu çantayı elinden alarak, bazen arkadaşlarıyla beraber, bazen değil, hep aynı bar tezgahında hep aynı içkiyi ısmarlayışımız; ‘Bahar Ayini’nde kendisini geri atan yönetmene okuduğu beddua ve ‘Kuğu Gölü’nü modernize eden koreografa duyduğu kızgınlık; beraber sahneye çıktığı bazı eşcinsel baletlere dair anlattığı traji - komik dedikodular ve ardından şehvetli aşklarımız.

Bu arada da tabii, ‘sıska kız, senin tahta memelerinden bıktım. Şu baleyi bırak da artık ele avuca gel’ diye anatomisini kasten alaya alışım.

Ve daha sonra, bütün yorgunluğa rağmen aslında onun vücudundaki tek çirkin yeri; yani dizlerime uzattığı ayaklarını uzun, upuzun süre durmadan ovuşum.

Ayakları öyle biçimsizdi ki !.. ‘Petruşka’da kelebek adımı atarmışçasına normalde de onları doksan derece açarak pati pati yürüdüğü yetmiyormuş gibi, pedikürü, podoloğu, ortopedisti, şusu busu o kadar itina göstermesine rağmen, varlığıyla yokluğu arasında hemen hiç bir fark bulunmayan ve neredeyse tek bir seansta lime limeye dönen bale pabuçlarının içinde, henüz yirmilerin ortasında olsa bile, sevgilimin ayak kemikleri hazin bir deformasyona uğramıştı.

Bütün narsisizmiyle aynada kendisine bakarken, ‘yazın denize gidelim diye tutturma. Elaleme avaryalı salapurya teşhir edecek halim yok’ derdi.

* * *

DENİZE falan gitmedik. Sonbahar ve kış geçti, hikaye de baharda bitti.

Maymun iştahlının tekiydim ve ayak ovmaktan çabucak bıkıverdim.

Ve şimdi, bilhassa ‘artistlere mahsus’ kapıların önünden geçerken öylesine özlüyorum ki...

Yemin ediyorum ki, tekrar bulsam, çirkin ayakları sonsuz bir sabır ve bitmez tükenmez bir hazla hiç usanmadan ovacağım, ovacağım, ovacağım...

Yazarın Tüm Yazıları