Aslı ve taklidi

YÖRE pek bir Katolik olduğu için oranın mekán isimleri de "hazret" ünlemi taşır.

Neyse, işte Saint Michel’iydi, Saint Malo’suydu, Saint Brieuc’uydu falan, kardeşim ve eşi üç hafta önce Batı Fransa’da kısa bir otomobil yolculuğu yaptılar.

Döndüler ki, hayırdır inşallah, biraderimde bir hayret, bir hayret!

Şaşırmış, çünkü yol tabelálarından yerel göstergelere, Brötanya bölgesine girdikleri andan itibaren her yerde çift dillilik başlamış. Saklısı gizlisi yok, iki lisán birden kullanılıyor.

Resmi Voltaire imlásının bitişiğinde Kelt kökenli alfabe de uluorta yazılmaktadır.

Yani, bizim statüko zaptiyelerinin "emsál" bellediği ve merkeziyetçiliğin "anavatan"ı addedilen ülkede dahi palamar çoktan gevşetilmiştir. Tabular hanidir ve hanidir yıkılmıştır.

Canım ciğerim kardeşim ki Fransevi kültüre vakıftır, o bile hayretlere düşmüştü.

Şimdi gel de, kraldan fazla kralcı bizim taklitçilerin beynine yukarıdaki gerçeği sok!

* * *

KRAL dediğim için en önce ciddi ve önemli bir düzeltmeden başlayayım.

Sanıldığının aksine, Fransız merkeziyetçiliğinin kökeni 1789 Jakobenizmi değildir!

Daha eskiye, "Güneş Kral" lákábıyla anılan 14. Louis’e uzanır ki, "ulus" yaratmak iradesinden doğmuştur. Bunun monarşik rejim altında yapılmış olması da gerçeği değiştirmez.

O halde, Fransa’nın taç etrafında milletleştiğini ve mirası sistematikleştirdiği içindir ki, İhtilál-i Kebir’in biraz da haksız yere "merkezileşme"yle özdeşleştiğini söylemek gerekir.

Neyse, "i"lerin üzerine noktayı koyduktan sonra şimdi sadede geleyim.

* * *

SANILMASIN ki, yukarıdaki girizgáhı yapmakla, Kenan Evren’in başlattığı "eyalet tartışması"nı da fırsat bilerek Türkiye için bir "alternatif model" önereceğim.

Hayır!

Ankara merkeziyetçiliğinin yürümeyeceği ve terazinin artık bu sıkleti kaldırmayacağı konusunda sonsuz ısrarlıyım ama, öyle "model"im falan yok! Reçete, meçete sunmuyorum.

Çünkü, mutlak, kesin ve evrensel "model"lerin (!) varlığına zaten inanmıyorum.

Tek inandığım şeyi, bir dönem geçerli, háttá belki zorunlu olan idari mekanizmaların zaman içinde ve toplumsal evrime göre değiştiği ve değişmesi gerektiği gerçeği oluşturuyor.

* * *

ZATEN tarih de budur! Devlet yapıları dahil, durağan hiçbir şey yoktur ve olamaz!

Her şey hayatın pratiğinde sınanır. Eğrisi doğrusu, eksisi artısı adamakıllı gözlemlenir.

Pürüz ve yanlışlar önyargısız saptandıktan sonra da bunları aşacak seçenekler aranır.

Onlar da iyicene tartışılır ve yeni "model"e geçilir. Yahut eskisi "rektifiye" edilir.

Tıpkı, bırakın lisánına izin vermeyi, geçmişte sömürge askerleriyle birlikte Bröton kökenli neferleri de "zayiat taburu" olarak ön cepheye sürmüş o "ultra üniter" Fransa’nın bile hanidir çift dil kullanıyor ve hanidir yerel parlamentolar barındırıyor olması gibi!

Oysa Türkiye’deki durum ortada, böyle bir şeyin tartışmasını dahi teláffuz ettiğiniz an, isterseniz eski darbe lideri general olun, ağzınıza kırmızı biber sürülüyor. Kodes beliriyor.

Ve de tabii ki, alnınıza koskocaman harflerle "hıyanet-i vataniye" yaftası yazılıyor.

* * *

TAMAM da, merkeziyetçilikten adem-i merkeziyetçiliğe doğru kavis çizilmesi gerektiğini söylemekle benim o vatana ihanet ettiğime hangi kurum, nasıl karar verecek?

Aksine, benim aynı vatanı çok sevdiğim ve gidişattan büyük endişe duyduğum için, ok yaydan çıkmadan önce davranılması kaygısıyla bunu önerdiğim gerçeğini kim es geçebilir?

"Vatan sevgisi"nin ölçüsü statüko duraganlığı mıdır? Tabu dokunulmazlığı mıdır?

Yoksa yoksa, "Kürt kelimesi kardaki kart kurt sesinden doğdu" ahmaklığı mıdır?

Konuyu cumartesi günü farklı idari mekanizmalar çerçevesinde inceleyeceğim.
Yazarın Tüm Yazıları