Ailevi işler

İKİ yıldan beri Paris’te sinemacılık hayatına atılan kızım, yuvarlak hesap söylüyorum, eğer şansı pek pek yaver giderse, işte en kabadayısı ayda bir hafta çalışıyor.

Ekmeği aslanın ağzından kapabilmek için de geri kalan zamanında iş arıyor.

Abuk sabuk bir film platosu; yarım yamalak bir televizyon stüdyosu; yalap şalap bir reklam ajansı ‘hadi gel’ diye lütfedecek de, bizimkisi mal bulmuş Mağribi gibi saldıracak.

Her halükárda, o stüdyoların, o televizyonların, o ajansların en kıytırığına bile ‘maaşlı memur’ (!) olarak girebilmesi mümkün gözükmüyor.

Zira, bilumum kadroların zaten gırtlağına kadar dolu olması bir yana, ‘post modern zamanlar’ın istihdam politikasını ‘götürücüye vermek’ trendi belirliyor.

Dolayısıyla da, kerimem iaşesini, Fransız ‘inayetli devleti’nin dağıttığı ve rakamları her geçen gün biraz daha azalan ‘işsizlik sigortası’ndan karşılıyor.

Tabii, iki eli kanda olsa bile sevgili kızının imdadına mutlaka yetişen peder beyin yolladığı banka havalelerini geçelim.

* * *

HADİ dedik ki, hanımefendi daha branşında çok yenidir ve de üstelik, dünyanın tüm ülkelerinde ve hemen her zaman ‘artistik dallar’ın (!) garantili iş temin ettiği vaki değildir.

Amenna da, o vakit, gradosu bayağı yüksek bir üniversitenin üçüncü sınıfında işletme ve makro ekonomi okuyan büyük oğluma baktığımda, yine farklı bir şey göremiyorum.

Staj, mezuniyet, doktora falan, normal olarak, mahdum beyimin diplomayı kaptıktan sonra ‘yüksek uzman kadro’ sıfatıyla ‘krema’ bir yere kapağı atması beklenir.

Umarım Allah’tan, inşallah da öyle olur.

* * *

ANCAK, şimdiden kesin, oğlumun kariyer kalıcılığı garantisi yok! İş güvencesi sıfır!

Nitekim, şükür ki babasının alargacı genetik formülü onun hücrelerine kazınmamış, geleceğini birazcık sağlam kazığa bağlayabilmek amacıyla, epeydir, vakıf olduğu Batı dillerine ek olarak bir de harıl harıl Uzakdoğu lisanlarını öğrenmeye çalışıyor.

Hesabı, Çin işi, Japon işi, bunu bilen kaç kişi diyerek paçayı mutlaka kurtarabilmek?

Sonra, kitaptan ve bilgisayardan bir nebze başını kaldırıp ‘beraber bir kadeh içelim’ diye telefon edip buluştuğumuzda da, tezgaha dirsek dayayıp içini döküyor.

Adayı olduğu ‘yönetim sektörü’nde ne denli bir ‘elastiki istihdam’ polikasının hüküm sürdüğünü; bugün şu kadar bin maaş, ama ramak kalmadan yarın soluğun kapı önünde alındığını; ‘yeni yoksullar’ın limuzinden cumburlop inip, tabanvaya bindiğini anlatıyor.

Maymun iştahlı zampara hesabı, bir firmadan diğerine geçmenin veya transfer olmanın ‘ahval-i adiye’ye dönüştüğünü, fakat ilk krizde de pasaportun ele tutuşturulduğunu söylüyor.

İkinci kadehte ise hüzünle, ‘en kötü ihtimallere hazırlanıyorum’ diye ekliyor.

Oysa oğlucuğum ablası gibi ‘havaiyat sanat’a (!) değil de işte sözümona‘çağdaş’ (!) ve ‘somut’ (!) mesleğe hazırlanıyor ama daha şimdiden aynı tür tasalar yaşıyor.

* * *

BUNLARI naçiz familyamın ıcığını cıcığını ‘ifşa etmek’ için anlatmadım.

Yaşadığımız ‘post modern zamanlar’ı belirleyen ve noktası yavaştan yavaşa konulan modern zamanlara hiç benzemeyen yeni tür ‘çalışma hayatı’nı sergilemek istedim.

O yeni ‘çalışma hayatı’ ki özünde üretim ilişkilerine tekabül ediyor ve dolayısıyla da kültürden sosyolojiye her bir şeyi; yani bir bütün olarak ‘yeni hayatı’ı şekillendiriyor.

Gerek küreselleşme olgusu, gerekse onu tamamlayan ‘sanayi ötesi toplum’, hanidir alıştığımız ‘iş istikrarı’, ‘istihdam kalıcılığı’, ‘kariyer yekpareliği’ gibi klasik ‘sanayi toplumları’na özgü klasik kavramları tarumar ediyor ve onları hızla tarihe gömüyor.

Konuyu İzmit’teki ‘SEKA’ fabrikası çerçevesinde cumartesi günü de ele alacağım.
Yazarın Tüm Yazıları