Paylaş
Fıstık, üzüm, kakule, karanfil, tarçın filan, Acem pilavının tenceresi tam fokurdayacak.
Çünkü molla yönetimi nükleer silahlanma konusunda gerçekten dünyayla alay ediyor.
Mahmut Ahmedinejad hazretleri bugün, dün okuduğu gazelin tam tersini terennüm ediyor. Yarın yine başka bir telden çalıyor. Öbür gün de Acem âşirandan hicâzkâra geçiyor.
Yok uranyumu hepten zenginleştirebilirmiş; yok hayır, yüzde yirmiyle yetinebilirmiş; yok kalanı aracı devletten alabilirmiş; yok tekrar başa dönüp kimseye muhtaç olmayabilirmiş.
Bu ne kadar sürer? Nereye gider? Tahran uluslararası camiayı kaç vakit oyalayabilir?
Her halükârda, ilânihaye değil!
*
DEĞİL ve nitekim kapıdaki “elçi boğazlaşması” (!) vukuatı bir yana, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın önceki gün ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’la Doha’da yaptığı uzun ikili görüşmeden aynı Clinton’un İran yönetimini totaliterleşmekle suçlayan açıklamasına; artı, BM Güvenlik Konseyi Başkanlığını devralan Fransa’nın “hiddet” beyan, etmesinden, Tahran’a ambargo için çok yoğun bir “nabız yoklayışı” sürecinin başlatılmasına, hanidir süren “bekle gör” statükosunun değişeceği artık hemen hemen kesinlik arzediyor.
Sabırlar taşıyor ve karar vakti hızla yaklaşıyor.
Obama liderliğindeki Washington askeri seçeneği ağzına dahi almadığından da, söz konusu kararın yukarıdaki ambargo alternatifine odaklanması en yakın ihtimali oluşturuyor.
Pekii, böylesine bir yaptırım Ahmedinejad’ı “pes ettirmeye” yetebilir mi?
Şüphelidir!
*
ŞÜPHELİDİR zira en önce, şimdi farklı bir ambargo, yani İran halkını değil başta “Devrim Muhafızları” olmak üzere iktidar odaklarını cezalandıracak bir yöntem aranıyor.
Oysa Yasemin Çongar’ın dünkü “Taraf”ta vurguladığı gibi, söz konusu odaklarla üretime katılan kitleler arasındaki iktisadi içiçelik böyle bir ayırımı son derece zor kılıyor.
Başka bir deyişle, “şu tedbiri alırsam sırf Mahmut Ahmedinejâd ve şurekâsı etkilenir, gerisine bir şey olmaz” denilebilecek sihirli bir formül ortada gözükmüyor.
Artı, Tahran’la yoğun ticari ilişki sürdüren Çin’in ve kısmen Rusya’nın bu tedbirlere he deyip demeyeceği, dedikleri takdirde bile ne ölçüde fiiliyata geçirecekleri bilinmiyor
Dolayısıyla, evet yeni gelişmeler mutlaka gündemde ama gidişatın uluslararası platforma nasıl şekilleneceğini şimdiden kestirebilmek için müneccimbaşı olmak gerekiyor.
Fakat böyle bir müneccimliğe ihtiyaç duyulmayan tek noktayı, Tahran tornistana yanaşmadığı takdirde Türkiye’nin “ayarlama” yapmak zorunda kalacağı gerçeği oluşturuyor.
*
ÖYLE, çünkü Ankara’nın bugüne dek sahip olmuş olduğu ve ABD dâhil Batı’nın da hoş karşıladığı, en azından tatavasını yapmadığı “manevra marjı lüksü” giderek daralıyor.
Şöyle ki, “desteklemeye” demeyelim ama Türkiye’nin arabuluculuğa da soyunarak İran’ı kısmen “kollayan” siyaseti artık ancak bir yere kadar gidebilir.
Bunun bir sınırı vardır.
Diğer bir ifadeyle “günü geldiğinde”, yani Ahmedinejad yönetimine karşı yaptırım uluslararası platformun maddesi olarak dayattığında, Ankara öncesine oranla çok daha net bir tercih yapmak ihtiyacını hissedecektir. Muğlaklık buradan itibaren ikinci plana geçecektir.
Bu açıdan da Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun dün Tahran’da Farsi meslektaşı Muttaki ile gerçekleştirdiği görüşme ertesi edindiği izlenim; daha açıkçası, İran’ın oyalama taktiklerine ilişkin son gözlemleri, yakın gelecekteki Türkiye politikasını belirleyecektir.
Her halükarda da iş kopma raddesine vardığında Ankara’nın berrak tutum alması şart olacaktır ki, Acem pilavındaki pirincin taşını ayıklamak zorunluluğu kesinlik kazanacaktır.
Paylaş