Paylaş
Malum, Brüksel Komisyonu geçen Temmuz ayında AB'ye ‘ciddi aday’ addettiği on bir ülkenin adını açıkladı. Bunlardan Polonya, Macaristan, Çekya, Slovenya, Litvanya ve Kıbrıs ile tam üyelik müzakerelerine hemen başlanılmasını önerdi.
Çiller'in ‘aile fotoğrafı’ nakaratına rağmen Türkiye'nin birinci ve ikinci listeye dahil edilmemiş olması, haklı olarak Ankara'da soğuk duş etkisi yaptı.
O gün bugündür de, zaten Ortak Pazar ekseninde daima zigzag çizmiş olan Türk yaklaşımı, AET'yle tüm ilişkileri dondurmuş ama aynı AET'den sekiz milyar dolar istemiş bir Ecevit'in hükümet ortağı olmasıyla daha da karmaşıklaştı.
Son iki buçuk aylık çok önemli dönem hercümerç içinde geçti.
* * *
ŞİMDİ gelelim bugünkü duruma ve olayların gelişme perspektiflerine...
BİR: Brüksel Komisyonu'nun listesi kesinlik arzetmemektedir. Değişecektir.
Nitekim, Avrupa Parlamentosu'nun genişleme raporu başka içerik sunacaktır.
Hükümetler kanadında ise, örneğin Litvanya öncelikli gruba kabul edilirken diğer Baltık ülkelerinin dışlanmasına İsveç kolay kolay eyvallah demeyecektir.
İKİ: Başkentlerde berraklaşan genel eğilim, Türkiye'nin de yer alacağı ve bütün aday ülkeleri kapsayacak bir ‘Daimi Konferans’ oluşturmak yönündedir.
Bu gerçekleştiği takdirde Ankara süreç bünyesindeki konumunu koruyacaktır.
ÜÇ: Demokrasi ve Kıbrıs sorunları çözümlenmeden Türkiye'nin ‘öncelikli adaylar’ arasına katılabilmesi zaten imkansızdır. Tersini düşünmek hezeyandır.
Her halükarda da müzakere başlatılması kısa vadede üyelik anlamına gelmez.
Polonya'dan çok ileri İspanya'yla bile yedi yıl pazarlık yapılmıştır.
Kaldı ki, AB'nin kendi iç sorunları son derece yoğundur ve genişlemenin ne zaman, ne ölçüde ve nasıl gerçekleşeceği soruları bugün tamamen cevapsızdır.
* * *
İŞTE, yukarıdaki ana çerçeveden yola çıkıldığı takdirde Türkiye'nin bugün geçerli ilk hedefini Ankara'yı on ikinci başkent olarak listeye ve ‘Daimi Konferans’a dahil etmek olarak saptamak çok akılcı ve gerçekçi gözükmektedir.
Bu hedefe ilişkin nihai kararı Almanya alacaktır. Dolayısıyla, Mesut Yılmaz'ın ay sonunda Helmut Kohl'le yapacağı görüşme hayatiyet arzedecektir.
Bir yıl içinde seçimlere gidecek Kohl'ün ‘evet’ mührünü basması için ise Türkiye'nin serbest dolaşımdan taviz vermesi gerekmektedir.
Çünkü, Bonn Şansölyesi Federal ülkede işsizlik sorunuyla boğuşmaktadır ve kabinesinden bazı bakanlar bile günah keçisi olarak göçmenleri göstermektedir.
Alman liderin böylesine bir ortamda ‘okey’ demesi, O'nun kendi kamuoyuna ‘Türkleri üyelik sürecinde tutuyoruz, ama onlar da serbest dolaşımda ısrar etmiyor’ argümantasyonunu sunabilecek marja sahip olmasından geçmektedir.
* * *
AB şartı kesin güvenceye alındığı takdirde taviz hemen kabullenilmelidir.
Mali yardım garantisi de eklenebilirse, doğrusu düğün bayram edilmelidir.
Zira, kısa - orta vadede serbest dolaşım zaten hayaldir. Boş safsatadır.
Esnek ve gerçekçi diplomaside şekilci bir ‘legalizme’ yer yoktur.
Öte yandan, buna paralel olarak, eski AB Büyükelçisi Cem Duna'nın ‘Liberal Bakış’ta vurguladığı gibi, Başbakan Yılmaz'ın telaffuz ettiği ‘Gümrük Birliği artı’ formülü Ankara'yı Topluluk'a yaklaştıran bir faktör oluşturacaktır.
Böyle bir formül üyelik hedefinden vaz geçildiği anlamına gelmeyecektir.
Tersine, hedefle bütünleşen pragmatik bir yapı olarak şekillenecektir.
Türkiye'nin şimdi hiç zamanı yoktur ve artık hezeyanları bırakarak AB'ye karşı ayağı yere basan somut politikalar üretmek gerekmektedir.
Paylaş