Oturan Boğa’nın hazin öyküsü

Bana bu öyküyü yollayan hayvansever dostum Gamze Erkök’le birçok konuda inanılmaz anlaşırız.

Gördüğüm kadarıyla onun da Kızılderililere karşı özel bir sevgisi ve ilgisi var. İnanır mısınız, ben de ta çocukluk zamanımda, o dönemin ünlü Amerikan filmlerini izlerken, hep orada vahşi, ilkel yaratıklar olarak tanıtılmaya çalışılan Kızılderililerden yana çıkardım. Kahraman Amerikalı süvarileri hiç tutmazdım. Çocuk aklımla bile, bu işte bir gariplik olduğunu sezermişim demek ki...

Bilmem ilginizi çeker mi, ama bu hafta bir Kızılderili öyküsü sunuyorum size. Bilgeliklerini, özgür ruhlarını, topraklarından atılışlarını, esir edilişlerini hatırlatmak için...

Tarih tekerrürden ibaret derler ya büyüklerimiz, sanırım bugün de pek fazla bir değişiklik yok bu gök kubbenin altında...


Para hırsının erittiği muhteşem bir kültür: Kızılderililer

Sizlere şu Kızılderilileri yani "Toprak Ananın Çocukları"nı, Sioux’ları yani "Güneşin Çocukları"nı anlatayım da, içimin ateşi azıcık soğusun.

Bence okullarda tarih dersi verirken, Kızılderililerin tarihini de anlatmalı. Anlatmalı ki, insanlar insanlığı öğrensin.

Biz yine de şanslı bir nesiliz ki, Güneşin Çocukları’nı Red Kit’ten, Teksas, Tommix’den öğrendik. Ya felsefelerini? Günümüzle o kadar çok örtüşen şeyler bulacaksanız ki aşağıdaki öyküde...

Sizi, sadece 120 yıl kadar geriye götüreceğim. Ve size Sioux’ların (Siu) Lakato kabilesi ve lideri Oturan Boğa’nın hazin hikáyesini anlatacağım...

Güneşin Çocukları Sioux’lar, en ılımlı, en barışçıl kabilelerden biriymiş ve tam bir doğa dostuymuş.

Amerika’nın tam ortasında, Güney Dakota’daki Kara Tepeler’i (Black Hills) kendilerine cennet tutmuşlar.

Kara Tepeler, sımsıkı çam örtüsü, yeşilin 148 tonu, şırıl şırıl dereleri, turkuvaz renkli küçük gölleri ile cennetin tam bir tasviriymiş.

Sioux’lar bu dünyada kendilerine ait tek şeyin ’beden’leri, geriye kalan her şeyin ’yaratıcı’nın hediyesi olduğuna inanırlarmış.

Onlar için insanın hayvandan üstün veya hayvanın insandan eksiği yokmuş.

Oturan Boğa, 1831’deki doğumunu hemen takiben "ulvi" ve bilge "lider"lik özelliklerini göstermeye başlamış. Güneşin Çocukları’nın sadece kendi bedenleriymiş ya tek sahip oldukları, o yüzden de yaratıcıya sunakları kendi kanlarıymış.

Güneş dansı eşliğinde keskin kemikle kesilen kollarından, bayılma raddesine gelinceye kadar kan akıtır, o esnada güneşte gördükleri "hayal" ile adlarını belirlerlermiş.

Oturan Boğa sadece adını belirlemekle kalmamış, derin vizyonu ile ileride başlarına gelebilecek her felaketi de görmüş, bunları granit taşlara kazıyarak resmetmiş.

Hiç mutlu başlayıp mutlu biten masal olur mu?

ABD Başkanı Thomas Jefferson’un Lewis ve Clerk adlı iki seyyah tutması ile başlamış kötülük sinyalleri...

Silah icat olmuş, mertlik bozulmuş. Demir at (tren) bozkırlara girmiş, ateş suyu (içki) tüm vizyonların içine hilesini katmış. Ve beyaz adam talana başlamış...

Tam savaşlar bitip, ABD’de taşlar yerine oturdu derken... Bu defa iç savaş başlamış. Kuzeyliler ve güneyliler... Mavi ceketliler ve gri ceketliler... Güneşin Çocukları hálá maviyi göl, griyi yağmur bilirken...

Mavi ceketli 7. süvari birliği dalıvermiş Kara Tepeler’in yeşilliklerine. Yetmezmiş gibi General Custer, Kara Tepeler’de altın olduğunu herkese yayıvermiş. Ve ne kadar ipini koparan varsa o güzelim cenneti yağmalamaya koşmuş.

Oturan Boğa buna şiddetle karşı çıkmış: "Ey hırsızların şefi beyaz adam! Seninle savaşmak istemiyorum ama sana verecek canımdan başka bir şeyim yok. Bu dağlar, bu ormanlar benim değil ki size vereyim."

Hırs bu, felsefe dinler mi?

ABD hükümeti de işe el koymuş. Karar verilmiş: "Kızılderililer esir kamplarına kilitlenecek ve kesinlikle tel dışına çıkamayacaklar."

Hayatı boyunca semersiz at üstünde uyumuş, geyiklerle yarışmış, vahşi köpeklerle dost olmuş, bufalolarla güreşmiş Güneşin Çocuğu, teller içinde yaşar mı?

"Ya özgürlük ya ölüm!"

Çok direnmiş, çok da ölmüşler.

Kardeş kabile Sioux’ların efsanevi kahramanı Çılgın At ve bilge şefi Kırmızı Bulut sayesinde çok da can almışlar. Oturan Boğa, kazandığı her savaşla daha da yücelmiş.

Ama düşman güçlü. Koca Amerikan ordusu bu!

Yine de 7. süvari alayının kumandanı Custer Little Big Horn Savaşı’nda öldürülmüş. ABD bunu yanına bırakır mı Oturan Boğa’nın?

Oysa Oturan Boğa’nın sırtında yumurta küfesi var. Koca kabile! Kadınıyla, yaşlısıyla, çocuğuyla...

Toplanmış, taa kuzeye, Kanada’ya göç etmişler.

Cennet vatan bırakılıp da, keskin buz, kar, soğuk altında nasıl yaşanabilir? Alışmadıkları iklim, bilmedikleri otlak, tanımadıkları bembeyaz kar... Al sana düşman...

"Ölsem de, esir olsam da, vatanım, ölülerimi gömdüğüm yerdir" deyip, gerisin geriye dönmüş, teslim olmuş Oturan Boğa ve kabilesi. Kilitlenmişler bir barınağa. Açlıktan kırılmaya başlamışlar bu defa.

Oturan Boğa, hayatının en büyük fedakárlığını yapmış. Bufaloların kökünü kazımakla ünlenmiş Buffalo Bill’in panayırında çalışmaya başlamış. Başlamış ki, kabilesini açlıktan kurtarabilsin.

Lider bu! Kızgın demirle de dağlansa, soğuk zincirle de bağlansa... Dayanmış her şeye.

Sioux’lar bu toplama kampı eziyetinde bir ışık bulmuşlar kendilerine: Hayalet Dansı (Ghost Dance)...

Yüzlerini boyayıp, rengárenk boncuklarla işlenmiş elbiselerini giyip sessice dans etmişler. Deliler gibi, yorgunluktan bayılıncaya dek.

Ve bu sessiz protesto, hızla tüm Kuzey Amerikalı yerli kabileleri arasında yayılmaya başlamış.

ABD hükümeti bunu bile çok görmüş. Oturan Boğa’nın tutuklanmasına karar çıkarılmış.

O, esir kampına tutuklamak için gelen askerlere direnen 17 yaşındaki, güzel gözlü oğlu Karga Ayak’ın (Crow Foot) ölmesiyle çılgına dönmüşken, kafasına sıkılan bir namert kurşunla vurulmuş...

İşin en acı yanı ne biliyor musunuz? O namert kurşunu sıkan el, kendi kardeşlerinden, Güneşin Çocukları’ndan bir elmiş.. Amerikan ordusuna kiralanmış yerli polis...

Bugün Amerika’nın dört bir köşesinde, Toprak Ananın Çocukları ve Güneşin Çocukları hálá dikenli teller ardında yaşıyorlar. Ve orada da ölecekler...

Eğitimsiz, dilenciliğe mahkûm, aç susuz, alkolün esiri, kolları dövmeli gençleri ile, hamburgercilerde artıkları toplayan yaşlıları ile, atasından, tarihinden bahsetmeye korkan, teller ardında ürkek, zavallı bir efsane ulus...

Para hırsının erittiği muhteşem bir kültür... Heba olup gidiyor.

Ta ki Çılgın At abidesi tamamlanıncaya ve altında yer alacak Kuzey Amerika Yerlileri Üniversitesi ve Hastanesi açılıncaya kadar... Kim bilir ne zaman?

Aynı anadan doğsa da, aynı kabilede büyüse de, aynı suyu içse de... Herkes kahraman olamaz.

Bazısı onurunu, konumunu, kendisine sığınanı beslemek için feda eder ama satmaz... Bazısı da kendine ait olmayanı dahi iki kadeh ateş suyuna satıverir.

Herkes Oturan Boğa olamaz.

Herkes Çılgın At olamaz.

Herkes koca bir ulusu esir olmaktan kurtaran da olamaz...



Gamze Erkök: HAYKOD - 0312 215 15 55

Sessizliğin Sesi Platformu
Yazarın Tüm Yazıları