Paylaş
Yeryüzünün İstanbul’dan daha pis, daha gürültülü, daha kalabalık ve daha koşuşturmalı tek şehrinde. Yeni Delhi değil yav, daha nemli, daha bunaltıcı bir yerdeyim: New York!
Hava şahsi ölçümlerime göre 150 derece filan. Fahrenheit değil, selsiyus olarak! Bunu kanıtlayabilirim! Bodrum’da yaz sezonunda öğlen on ikiden akşam altıya kadar güneşin altında yatmışlığım, terlemeden kalkmışlığım vardır! Atalarım arasında bir kertenkele olabilir, bilmiyorum. Ancak şu an burada 10 dakikadan fazla sokakta yürüyemiyorum, bayılacak, ölecek veya rahatlıkla birini (örneğin yanımdan bin beş yüz derece sıcaklık üfleye üfleye benim yürümemle senkronize ilerleyen otobüsün şoförünü) öldürecek gibi oluyorum!
Sadece klima var diye hiç ilgi alanım olmayan dükkânlara girip oyalanma huyu edindim. Bugün kapısından buz gibi klima rüzgârı gelen bir ikinci el plak dükkânına girip, 20 dakika bakınıp, Beatles’ın ‘Abbey Road’ plağını aldım mesela. Pikabım yok! Artık onu da alacağız mecburen. Satış elemanı 10’uncu dakikanın sonunda beni gözleriyle öyle bir taciz etti ki, bir şey alayım dedim. Koskoca starım, homeless gibi ezildim. Satış elemanları çok sert burada yav. Kasa kuyruğunda para vermek için beklerken “Sıradakii” diye bir kükrüyorlar, giyotin sırasındaymışsın gibi hopluyorsun.
Öpün İstanbul’un şeker gibi satış elemanlarını öpün!
Ezcümle, pikap yok ama 25 dolar bayılıp plağı aldım mı sana? Beatles herkes sever ama niye özellikle o albüm? Sanırım empati: Plak kapağında Beatles üyeleri sıcak ve güneşli bir günde takım elbiselerle sokakta karşıdan karşıya geçiyorlar! Bir daha kimse bana İstanbul’un nemli sıcağından şikâyet etmesin.
PABUÇ KADAR FARELER
Öpün İstanbul’un iklimini öpün!
Oyunculukla ilgili bazı çalışmalar, kitap ve müzik alışverişi, eski arkadaşları görmek, öğrencilik günlerini hatırlamak, İstanbul’dan sonra en çok evimde hissettiğim bu şehre duyduğum özlem, sokaklarda gezinmek, parkta oturmak, sergileri dolaşmak, oyun görmek, metroya binmek, metroya binerken rayların arasındaki pabuç kadar fareleri görüp İstanbul’un kedilerine dua etmek gibi amaçlarla buradayım.
Öpün İstanbul’un kedilerini öpün!
Hep “Yediğin içtiğin senin olsun, gördüklerini anlat” derler, dünyanın en büyük palavraları arasında ilk beşe rahat girer. Çok denedim, herkes yediğimi içtiğimi merak ediyor! Ayıptır söylemesi sushi’nin çok iyisi dışında İstanbul’un bir noksanı yok, fazlası var. Mesela ramazan pidesi. İlla olmayan şeyi insanın canı isteyecek ya, canım hissi hissi pide çekiyor üç günlük gurbette! Vatandaş sıcaktan mütevellit düşüp bayılmasın diye her köşe başında bir seyyar su ve meyve arabası mevcut burada. Meyvelerin hepsinin tadı üç aşağı beş yukarı aynı olmasa daha güzel olacak tabii. Kokusu bir kilometre öteden duyulan karpuzlara, kavunlara, şeftalilere yumulun orada ey ahali!
Öpün İstanbul’un meyvelerini öpün!
KÜLTÜR AÇIK BÜFESİ
Bayıltıcı sıcağa rağmen, eve giresim yok. Bir kültür açık büfesinde gibiyim, görgüsüz görgüsüz saldırıyorum etrafa. Arayıp da bulamadığım müzik, kitap, film yok. Sokakta avare avare dolaşırken yoluma çıkan bütün müze ve galerilere giriyorum. Sekiz oyuna bilet aldım, daha da doymadım! Yaz sezonu olmasına rağmen sahne gösterileri hız kesmemiş. Filmler tam gaz. Kitap dükkânlarında nasıl coşuyorsam, kitap torbası taşımaktan üç günde kollar kas yaptı, uzun boylu ve sarışın bir Naim Süleymanoğlu’yum şu an!
New York âşıklarının önde gelenlerinden Woody Allen, Los Angeles’ı bu şehirle karşılaştırırken “Tek kültürel avantajı kırmızı ışıkta sağa dönmek olan bir şehirde nasıl yaşanır” der! Şükür ki İstanbul öyle değil. Ama burada bütün bulabildiklerimi kendi mahallemde de isterdim. O bakımdan şu an... Öpüyorum New York’un kültürel avantajlarını öpüyorum!
Bir gün herkes Türk olacak!
“Herkes Türklerden geliyor” geyiği vardır ya, Kızılderililer, şunlar, bunlar için söylenir. Ben “Herkes Türk olmaya doğru gidiyor” tartışması açmak istiyorum. Çobani yoğurdu burada istilaya başlamış, beyaz yakalılar akın akın gelip New York’ta üst mevkilere yerleşmiş, döner ve Türk kahvesi hayatın parçası olmuş filan... Ama Times Square’de sokakta milletle fotoğraf çektire çektire yürümeyi de beklemiyordum!
Uçakta gümrük formu doldururken okudum ki Amerika’ya sokabileceğin belli bir miktar para var. Uzun kalıyorum n’olur n’olmaz diye, daha fazla nakit almışım. Sınırdan içeri girerken huylandım. Otorite karşısındaki milli ezikliğimiz işte. Sanki yanımda para var diye ağzımı burnumu kıracaklar! Bavulları aldım, baktım gümrükten çıkışta millet memurların arasından vızır vızır geçiyor, çantası aranan yok, ferahladım. Tam dışarı çıkacağım, üniformalı, İtalyan görünümlü bir gümrük görevlisi hanım beni durdurup arkadaşına “Onu özellikle ben arayacağım” demez mi! Nasıl gerilmek! Nasıl kendine sinirlenmek! “Gözümden anladılar, şimdi paraya el mi koyarlar, daha ağır bir ceza mı verirler acaba?” diye nasıl çarpıntı tutmak! Hanım beni kenara çekip şöyle dedi: “Ya ben çok büyük Yalan Dünya hayranıyım biliyor musunuz, onun için sizi buraya aldım, tanışmak istedim!”
Ayaküstü sohbet ettik. Sonra beni “Hadi canım enjoy! (tadını çıkar)” diye uğurladı. Ben de “Eyvallah, thank you” diye uzadım!
Hemen ardından beni karşılayan araba firmasının sahibi ve oteldeki müdür yardımcısı da Türk çıktı iyi mi? Bizim nüfus en son kaç olduydu yahu?
Beğendiniz mi güzel Yeni York’umuzu?
Bir arkadaşımın hayatta en sinir olduğu şey: Anadolu’da bir şehri turne için ziyaret ederken, yerlilerin ‘soru formundaki emrivaki iltifat beklentisi!’ Mesela Yozgat’a gittin diyelim... Ahali “Eee beğendiniz mi güzel Yozgatımızı?” deyince bizimkinin tepesi atıyormuş. “Arkadaş madem bu kadar güzel, o zaman niye fikrimi soruyorsun ki?” diye, soruyu sorana kuruluyormuş! Bu soruya New York’ta muhatap olmuş ilk kişiyim sanırım! Sokakta, burada yaşayan ve diziyi internetten fanatikçe takip eden bir Türk aileyle rastlaştık ve evet, hemen “Beğendiniz mi güzel New York’umuzu?” dendi! Vay anasını sayın seyirciler, gerçekten bu soruya verecek cevap yokmuş! Allah’tan “Yok ben burada okudum, önceden biliyordum” gibilerinden bir şey geveledim yırttım. Yoksa “Size güzel New York’umuzun meşhur pretzel’larımızdan, hot dog’larımızdan yedirmeden bırakmayız” diye alıkoyabilirlerdi!
Paylaş