Paylaş
Bir hafta önce... Yalan Dünya’dan bir grup, Kabak Koyu’na gittik. Shambala’da kalıyoruz, ki doğal hayat sevdalısıysanız, bu seneki yeni işletmeyle cennete dönmüş. Hatta tam “Trekking yapsak mı?” dediğimiz o kritik anda, ananaslı içeceklerle havuz başında kitap okumaktayız! Yan çizilecek gibi bir hava esti. Ama Gupse “Şelaleyi muhakkak görmeliyiz” diye ısrar etti! İrem Sak yamaç paraşütü yapmış, adrenaline doymuyor, “Ben giderim” diye atladı. Kararsızlık…
Peki bana n’oluyor? “E hadi gidelim yav” diye herkesi niye ayaklandırıyorum?
Şimdi ben trekking’i doğa yürüyüşü sanıyordum. Bu yoluysa ancak bir kertenkele yürüyerek tamamlayabilirmiş meğer!
LİKYALI AKILLI!
Giyindik filan, ancak altıda yola çıktık. İlk tabela: “Yol ikiye ayrılır. İlki Likya Yolu. Eğimli bir patikadır ve 75 dakika sürer. İkincisi ise 45 dakikadır ama kaya tırmanması ağırlıklıdır, hayati tehlike içerir!
Biz n’aptık? “75 dakika uzun, hava kararır” deyip ikinciden gittik! Yav bildiğin yol en kısa yoldur! Sen Likyalılardan beri bilinen yola gitme, kestirmeye sap, e o zaman her şeye hazırlıklı olacaksın!
Gupse, İrem, ben, Sarp, rehberimiz ve bir Avustralyalı çift! Maceracı tipler. Adam tahta cips kasesi gibi bir şey taşıyor, yerel bir enstrümanmış. Kadın beyaz saçlarını boyamamış, ağaçlara sarılıp enerji filan alıyor, önden önden koşturuyor ve biz arkada kan ter içinde gıcık oluyoruz!
Yürüyüş 10 dakika sürdü! Ve eziyet başladı! Kayalardan kayalara atlamalar, bel boyu sulardan geçmeler, “Ayağını şu oyuğa koy, ağaç dalını tutup kendini yukarı çek, sakın aşağıya bakma”lar, filanlar! Hiiç bizlik değil!
Genel kıyafet kodumuz şort ve parmakarası şipidik! Gupse’nin şipidikleri zaten hemen parçalanarak uçurumdan atlayıp intihar etti ve Gupse yalınayak kaldı! Ekipman olarak tek avantajım o gün plajdan aldığım şalvar! Anadolu boşuna medeniyetin beşiği değil arkadaş! Bu şalvar kaç yüzyıldır giyiliyorsa, bir sebebi var: Herkesin bacaklar çizik içinde, ben şalvarla kah yüzüyorum, kah tırmanıyorum, kah popomun üzerinde kayalardan aşağı kayıyorum!
ŞİMDİ ZOR NOKTA...
Aydınlık fotoğrafta gördüğünüz gibi ve daha zorlarından 10-15 tehlikeli tırmanma dönemecinin ardından, sekizde, bir doğal havuza vardık, nefeslendik. Avusturalyalı (ve bizden beter helak olmuş) çiftten erkek olanı cips kasesini bududu bududu diye çalmaya başladı. “Herhalde şelaleye ulaştık” dedim. Rehber itiraf etti “Buraya kadar gelen azdır, genellikle yarı yolda ağlayarak dönerler, bravo. Ama şimdi zor noktaya vardık...”
Ney? Daha ne olacak ki ? Düz duvara mı tırmanacağız?
Öyleymiş! Bize, 90 derece bir yamaç gösterip, “İp merdiven bugün niye yok bilmem ama tırmanıp arkadaki Likya Yolu’na ulaştık mı rahatız!” demez mi? Aşağısı 20 metrelik uçurum!
Ağaçlara sarılan kadın “Yok gülüm ben manyak değilim, böyle ölen arkadaşlarım var” deyince bir titredik inceden! Hava hızla kararıyor! Tepemiz ağaçlardan bir dam. Yani yarım saate zifiri!
Ya Likya Yolu’ndan dönmek uğruna kelle koltuk yapıp uçuruma tırmanacağız, ki düşsek parçamızı bulamazlar. Ya da geldiğimiz bir buçuk saatlik ‘en fazla bacak kırmaca’ tarzı tehlikeli yoldan geri döneceğiz. Bu esnada telefonlar tabii ki çekmiyor!
Korkularım çok rasyoneldir. “Vahşi hayvan var mı?” diye sordum hemen. Tavşan, kirpi, akrep ve çakallar olabilirmiş, ki benim için tamamdır, bunlardan ölen tanıdığım yok!
Bazı arkadaşlarımızın aksine hayalet, Blair Cadısı gibi fantastik korkularım yok, zira bunlar tarafından öldürülen tanıdığım da yok!
Şahsen, yüzde 50 ihtimalle uçurumdan düşüp ölmektense, yüzde 10 ihtimalle ‘akrep sokması çakal ısırması, bilek burkulması’ gibi tehlikeleri tercih ederim! İfade ettim; genel kabul gördü. Ve hava kararırken, aydınlıkta zor geldiğimiz yoldan dönmek için ayaklandık.
Kayalardan inmek, tırmanmaktan daha zor bir aktivite... Teknik destek olarak tek bir fener ve bende şalvar var! Gupse’de hâlâ terlik yok! Dere yatağını takip ediyoruz, tam kayıp değiliz ama ‘asla kayıp değiliz’ de denemez!
GECE ORMANA GİTME
Mesleki deformasyon; aklıma şakalar geliyor. Bize bir şey olsa haberlerde nasıl yer alırdı mesela: “Sayın seyirciler, sevilen oyunculardan bir haftadır haber alınamıyor. Arama çalışmaları bitirildi. Ümitler tükendi. Sanat dünyası yasta...” Sonra alçak spiker ton değiştirip sıradaki haber için neşeli sese geçiyor: “Konuşan kedi internette rekor kırıyor, işte sevimli kediciğin görüntüleri!” Gülelim diye anlatıyorum ama hiç gülmüyoruz, spikere fena kuruluyoruz!
Artık zifiri karanlık, kayalardan tutuna tutuna inmeye çalışıyoruz.
Biri “Bu şöhretin zirvesinde halimizle şunu kamera önünde yapsak, Survivor’dan yüzbin dolar alırdık” diyor, kendimize çok kuruluyoruz!
İrem ve ben enseyi karartmıyoruz, birbirimizin albüm kapağı pozlu fotoğraflarını çekiyoruz, rehber bize kuruluyor bu sefer!
Önceki gece bir arkadaşımızın korku filmi klişeleriyle ilgili “Bir grup genç ormana gider. E gitme? Gençler en olmadık yola sapar. E sapma? Hava kararır, kestirmeden dönmeye çalışırlar! E dönmeee?” deyip bizi güldürdüğünü hatırlıyoruz. O arkadaşımız trekking’e gelmemiş. Toptan ona kuruluyoruz!
Sette hep güldüğümüz bir şey var. Bekârların salon dekorunda, çıkıp sağa dönüp gideriz ya bazen. Dekor orada bittiği için, kameralar görmesin diye, duvarın önünde, yere bakarak durur beklersin. Blair Cadısı’nın son sahnesine benzetiriz kendimizi! Bunu anlatıp “Gerçeği geldi başımıza ahahah” demeye kalmadan o sessizlikte kayalar yuvarlanmaya başlıyor! Avustralyalı kadından saçları yüzünden tırsan Gupse de, işte orada bize çok kuruluyor! Az sonra önüne bir akrep çıkmasa ve o esnada çıplak ayaklı olmasa, yine iyi de… E ama bu trekking işi baştan kimin fikriydi? Bir tık “Oh olsun” duygusu var o an içimizde!
Ama sonunda başardık! Kimsenin burnu kanamadan, saat on civarı medeniyete vardık. O akşam kendimizi diğer ‘sıradan’ insanlardan nasıl üstün hissetmek, nasıl havalara girmek ooof!
Ha bir daha trekking yapar mıyım? Makrame bile yapmam! Yazarım, yemek yer, uyurum, genel olarak budur artık!
Doğma büyüme şehir çocuğuyum. Macera bana gelmez. Peki ben niye maceraya gittim? Sözüm size gençler: Arkadaşlarınıza dikkat edin!
Paylaş