Paylaş
'Linçburg Limonatası’ son yıllarda moda olan, limon suyu, şurup filan içeren, şahsen pek tercih etmediğim bir kokteylin adı. Ama içinde ‘linç’ geçtiğinden midir nedir, bizde de pek popüler! Yanlış anlaşılmasın, sembolik konuştum. Kokteylin masum hayranlarını tenzih ederim. Ama bu coğrafyanın çoğunluğu şahane insanlarının yanında, maalesef linçten lezzet alanlar da var! Eski ve kötü bir alışkanlık diyelim.
Son günlerde, 1999 yılında bir ödül töreninde Ahmet Kaya’nın başına gelenler, kim oradaydı, kim geç geldi, ilk çatalı kim attı filan, bunlar konuşuluyor.
Bence şu an, o gün çatal atanlara, ilk çatalı günahsız olanlar atsın!
Bu fazlasıyla magazinel zeminde tartışılan konuyu, kimseye bağırmadan, çatal atmadan, mizahi de olsa, farklı disiplinlerde sorgulamaya çalışacağım.
Matematiksel olarak: Gezi’dekilerle, o akşam çatal atanların kesişim kümesi yok gibi görünmektedir. Ama Gezi’de olup, o gece çatal atanları kınayan, Ahmet Kaya’ya destek çıkanların bir kesişim kümesi vardır. Bu kümenin bir elemanı Mehmet Aslantuğ’dur mesela. O halde, Gezi’de olmayıp o gece çatal atanlar şu an nereye kümelenmiştir?
Müzikal olarak: Birkaç şarkısını beğendiğim (ama tam da dinleyicisi olmadığım) Ahmet Kaya’nın başına gelen rezalet olayı, o dönemde manken göbeğinden zeytin yiyen 24 yaşındaki (ve yine dinleyicisi olmadığım) bir popçu çocuğa yıkmak, bu eski şarkının temel tonunu unutup, detone olmak değil midir? O dönemde, popçu, topçu, vatandaş, kim varsa, hepsini Ahmet Kaya aleyhinde kışkırtacak sahte fotoğraf ve haberleri hazırlayıp servis eden orkestra ve orkestra yöneticilerinin (en azından) tefe konup uzuun uzun çalınması daha doğru olmaz mı?
Sosyolojik açıdan: 14 yıl önce Ahmet Kaya’ya yapılan toplumsal linçtir de 5 ay önce Memet Ali Alabora’ya yapılan nedir? Hedef gösterme, provokatif ve uydurma haberler, sahte örgüt bağlantıları iddiaları ve sonuçta sanatçının güvenlik endişesiyle, en azından bir süre başka bir ülkede huzur aramak zorunda bırakılması linç kampanyası değildir de reklam kampanyası mıdır affedersiniz? Reklamın iyisi kötüsü yoktur, peki lincin var mıdır? Ahmet Kaya’nınki kötü linç, Alabora’nınki iyi linç midir?
Coğrafi olarak: İklimiyle, muhalefete, farklı düşünceye, Ahmet Kaya’ya, Memet Ali Alabora’ya, nefes aldırmayan şehrin adı nedir? ‘Linçburg’ olabilir mi? Ve böylece bu tarz şehirler bizim topraklardan çook uzak kalabilir mi?
Gastronomik açıdan: ‘Linç’ kelimesi artık hayatımızda sadece Linçburg Limonatası ısmarlarken yer alsa, bu “Saldırın ey ahali, vurun kahpeye!” kafasını geride bıraksak, şu ülkede tatlı, ferah, limonata gibi bir hayatımız olmaz mı? Bence olur. Hatta belki iklim değişir, Akdeniz olur, hep beraber oturup limonata içeriz. Gülümse…
Neşeli gençleriz biiz, şubi dubi dup!
Üniversitede buluşmak, akşam belli bir saatten önce, ancak ortak alanlarda mümkün. Şimdi, bu da olmayacak, çünkü, yurtlar değil, aslında kampüsler ayrılıyor!
70’lerden hatırladığım bir şarkı. Kızlı erkekli gençler, parkta, deniz kenarında hoplaya hoplaya gezerken “Neşeli gençleriz biz, yaşamayı severiiz, istediğimiz yere gideriiz” diyorlardı nakaratta. Şimdilerde söylense bu laylay şarkının ‘protest müzik’ kategorisine girme ihtimaline mi gülelim, yoksa artık nakarata “Hop hemşerim nereye gidiyon böyle birlikte?” dizesinin eklenme mecburiyetine mi ağlayalım?
Şimdi düşününce, şarkının “Ha haaa, hava ne güzeeel, gel seninle buluşalııım” gibi sakıncalı dizelerini de hatırladım bak. Kim kimle buluşuyor efendi? Nerede buluşacaksınız gençler? Kolay mı?!
Efendim, meşhur kızlı-erkekli tartışmasında, yurt konusu vardı ya? “Karma yurtları kaldıracağız” dendi. Biz de “E tabii canım, olabilir. Allah Allah karma yurt mu varmış bu ülkede, bilmiyorduk” filan diye şaşırdık hani?
‘Karma yurt’ dedikleri meğer bizim tahmin ettiğimiz gibi bir odada kızlar, yan odada erkekler filan değilmiş. Çok ender, aynı binanın birbirine geçişi olmayan ayrı katlarında, bazen bir binanın sadece ana kapısı ortak iki ayrı kanadında, çoğunlukla da aynı kampüs içinde bulunan iki apayrı bina, ‘karma yurt’ tanımına giriyormuş!
Yani misal bizim okul, yani Boğaziçi’nde, Güney Kampüs’te, kız yurdu kampüsün bir ucunda, erkek yurdu öteki ucundadır. Aradaki mesafe iki yüz metre filandır sanırım. Bu da karma yurt sayılıyormuş! “Ayıracağız”dan kasıt, kız ve erkek yurdunun aynı kampüs içinde bulunmamasıymış!
Yani, yine Boğaziçi’nden örnek vereyim, varsayalım kız yurduna, birinin erkek sınıf arkadaşı girip, ders notu vermek veya bir soru sormak istedi. Bir kere belli saate kadar ve belli süre için girebilir. Bekçiye derdini anlatmak ve yurt müdiresinden özel izin almak şartıyla tabii. Bu iki arkadaş, sadece yurdun giriş katındaki, herkese açık ve kalabalık etüt salonunda, sınırlı bir süre, ne konuşacaklarsa konuşabilirler. Bunun dışında ‘neşeli gençlerin’ üniversite dahilinde buluşması, akşam belli bir saatten önce, ancak kantin, yemekhane ve kütüphane gibi ortak alanlarda mümkündür. Şimdi, bu da olmayacak, çünkü, yurtlar değil, aslında kampüsler ayrılıyor!
KIRIN DİZİNİZİ, OTURUN
Anadolu’daki kız öğrencilerden e-posta’lar geldi. Kız yurtları kampüslerden uzak, kuş uçmaz kervan geçmez yerlere inşa edilince, kızlar ulaşım ve emniyet açısından, hava kararmadan yurda kapanmak zorunda kalıyorlarmış. Yani akşamüzeri sinema, tiyatro, arkadaşlarla bir köfte yemek filan söz konusu değil. Ana kampüsten uzak olunca, bırakın dışarı çıkmayı, yerleşkenin avantajları olan kantin, kütüphane, laboratuvar, bahçe, konferans/tiyatro/sinema salonu, spor salonu vs gibi imkânlardan faydalanmak da yok tabii. Odaya kapanacaksın mecburen.
Bu yazı hazırlanırken “Kız ve erkeklerin karma eğitim alması esasında doğru değil” açıklaması geldi bazı milletvekillerinden! Parti çok sahip çıkmadı gerçi ama şiddetli bir itiraz da duymadık. Yani demek ki öğrencilerin aynı kantini, aynı kütüphaneyi kullanmaları zaman içinde imkânsız hale geleceği gibi, aynı sınıfta olmaları da öyle aman aman tercih edilmiyor!
Yani ‘Neşeli gençler’, neşenizi kaybetmeyin tabii, “Yaşamayı da sevin” de öyle “Ha haa hava ne güzeeel, gel seninle buluşalııım” artık çok zor! Nerede kimle buluşuyorsun diye sorarlar adama! Ayrıca “Bir pantolon bir gömlek, şubi dubi dup şubi dubi dup dup, istediğimiz yere gideriiz” gibi ümitlerinizi de fazla yeşertmeyin, bir yere gidemezsiniz!
Kırın dizinizi, oturun yurdun odasında, nenize yetmiyor?!
Paylaş