Paylaş
Bizim maalesef çok aşina olduğumuz siyasi kutuplaşmanın sokağa yansıması sorunundan Amerika da bir ölçüde mustarip. Siz bu yazıyı okuduğunuzda ABD’nin yeni başkanı belli olacak. Ama New Yorker dergisindeki makale şu soruyu sormuş: “Yan komşunuz bahçesine Trump posteri asarsa ve siz de ateşli bir Clinton’cıysanız, bu kutuplaşmış ortamda ne olacak?”
TANIDIK GELDİ Mİ?
Yazıda Harvard Üniversitesi’nden Nancy Rosenblum’un “İyi komşular: Amerika’da Gündelik Hayatın Demokrasisi” kitabından alıntılar yapılmış. Anlatılan, mealen şu: “İyi komşu” sizinle aynı düşünen, aynı partiye oy veren komşu değildir! Gürültü yapmayan, bahçenize çöp atmayan, ağacından topladığı elmalardan size de gönderen komşudur. Siz de komşuluk ilişkisinin pratikliği yüzünden aynı şekilde karşılık verirsiniz. Mesela yan evde gece yarısı gürültülü bir kavga varken duvarı yumruklayıp küfretmemek için kendinizi zor da olsa tutarsınız. Zira haftaya sizin köpeğiniz yan eve kaçıp tuvaletini onların balkonuna yaptığında, komşunuzun da olay çıkarmadan, kibar bir uyarı yapıp geçmesini dilersiniz. Bu bir alışveriştir. Siyaset soyut kavramlara dayanır, komşuluk ilişkileri ise somut ve pratiktir.
İlginç bir cümle de var kitapta: “İyi komşular, iyi vatandaşlardır!”
Ben bir adım ileri gidip şu çıkarımı yapıyorum: “Kötü komşular yani bağırıp çağıran, olay çıkaran, siyasi tercihleri yüzünden diğerlerini ayrıştıran komşular da kötü vatandaşlardır!” Çünkü mesele, siyaset ne kadar delirirse delirsin, bir arada huzur içinde yaşayabilmektir. O yüzden partisine, görüşüne, yaşam tarzına bakmaz, size yaprak sarma yollayan komşunuzun tabağını kafasına atmaz, yıkayıp, içine açma börek koyup geri yollarsınız!
Kanımca komşulukları siyasetten apayrı tutup baş üstünde taşımak ve 79 milyonun birbiriyle komşu olduğunu hatırlamak lazım.
Özellikle kutuplaşma dönemlerinde.
HADİ, GÜLÜMSE...
ŞEHİTLERE ağlamaktan haber seyretmeyi bıraktık, dua okuyup “Geçecek” demekten başka çaremiz kalmadı. Ama maalesef terörü bilen bir milletiz. Kutuplaşma berbat. Ancak yıllardır büyük bir bıkkınlık içinde buna da alıştık.
Ekonomi artık inan olsun umurumuzda değil. Zira biz geçmişte ne krizler gördük.
Sosyal medya trolleri her zamankinden daha cahil, daha tehditkâr. Ama toplumu yansıtmadıklarını, artık herkesten çok savundukları partiye zararlı olduklarını herkes anladı. Pek ciddiye alan kalmadı.
Dış ilişkiler malum. Artık siyaset bilimciler “Vallahi hayırlısı olsun”, gazeteciler “Kadere lanet olsun”, güvenlik uzmanları “Allah ülkemize yâr ve yardımcı olsun” noktasındalar. Ne var ki, elimizden bir şey gelmiyor. Herhangi biri adaletteki, basın özgürlüğündeki aksaklıkları, şunu bunu eleştirdiğinde şu cevap veriliyor: “Arkadaşım sen ne diyorsun yahu, savaştayız!” Yalan da değil ne yazık ki.
Ama bunların hiçbiri, beni siyasetçilerin sıkıntılı yüzleri kadar korkutmuyor.
O yüzlerden okuduklarım: Kaygı, sıkıntı, çaresizlik, dert, yorgunluk, uykusuzluk... Ağızlarından duyduklarım ise daha beter: Suçlama, isim takma, bağırış çağırış. Binali Yıldırım işadamlarına filan hitap ederken satır arası bir ufak espri yaptığında bile bir miktar ferahlık oluyor. Eminim ki siyasetin dilinde, yüzünde bir yumuşama, bir kapsayıcı cümle, bir rahatlatıcı ifade bu endişe atmosferini çok değiştirecektir.
Çünkü millet artık yorumu, analizi filan bıraktı, siyasetçilerin yüzüne bakıyor. Bir ümit ışığı, kendi aralarında ve/veya karşıt fikirden vatandaşlarla bir uzlaşma görmek için.
Yani bir kedimiz bile yok, anlıyor musunuz? Hadi, gülümseyin...
Paylaş